Bir hadis

اَلْوَلَدُ لِلْفِرَاشِ وَ لِلْعَاهِرِ الْحِجَارَةُ

Her Belanın Döndüğü Nokta: Tâgût

Yaklaşık iki seneden beri üzerinde Sabri Demir’le çalıştığımız bir makaledir.
Kendisine bu kadar uzun zaman ayırmamıza değmiştir diyebilirim. Umarım okuyunca beğeneceksiniz.

Kur’an’da “Tâgût” Kavramına Farklı Bir Bakış / A Different View about the Concept of “Taghut” in the Qur’an /رُؤْيَةٌ مُخْتَلِفَةٌ لِمَفْهومِ الطَّاغُوتِ في القُرْآن

Mürsel ETHEM

Dr. Öğr. Üyesi, Pamukkale Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

Sabri DEMİR

Araştırmacı, Denizli, TÜRKİYE

Öz

Bütün semavi kitaplar gibi Kur’ân’ın da indirildiği zamandan itibaren nazil olma maksadı merak edilmiş, murad-ı ilahinin ne olduğu sorgulanmıştır. Bu husustaki sorulara cevabın muhatabı, dolaylı da olsa, Kur’ân’ın bizatihi kendisi olmuştur. Kur’ân’ın indirilişindeki ilahi muradı merak edenler; onu Arap dili ve edebiyatı kurallarına dayanarak ve dikkatle anlayarak okuduklarında, merak ettikleri soruların cevaplarını yine Kur’ân’da bulabileceklerdir. Çünkü Kur’ân bir nur olarak; iç ve dışımızdaki görülen- görülmeyen, bilinen- bilinmeyen âlemlerinin cümlesini teşbihi bir yolla aydınlatmaktadır. Kur’ân bu vasfıyla ilk ‘kün’ emrinden itibaren, bütün âlemlere ve zamanlara, taşıdığı mesajlarla bir rahmet ve hidâyet kaynağı olmuştur. Kur’ân bu hidâyetini inananları müjdeleme, inanmayanları ise uyarma usulüyle sunmaktadır. Kur’ân bu müjdeleme ve uyarma ile ilgili hususların keyfiyet ve sebeplerini, âyet âyet birçok olgu ve kıssalarda, Kur’ânî bir bağlamla, Arapça dilbilimsel kavram ve ifadelerle ortaya koymaktadır. Kur’ân dikkatle okunup incelendiğinde, söz konusu dilbilimsel kavram ve ifadelerinin önemli bir kısmının “طاغوت /Tâgût” kavramı ve ona yönelik açıklamalarla müşahhas olduğu görülmektedir. Kur’ân’ın beyanına göre; bütün peygamberlerin Tâgût’a karşı gönderildikleri ve ona karşı mücadele verdiklerini görmekteyiz. Âyetlerde dile getirilen Tâgût’un hayatî vasıf ve fonksiyonları topyekûn değerlendirildiğinde; bu kavramın sadece bir şahıs, nesne veya varlık olmadığı anlaşılmakla birlikte, onun Allah (c.c.)’ün mutlak varlığındaki mutlak yokluk, esmâ-i hüsnânın karşıtı bir zıtlık olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu araştırmada; muhkem ve özellikle uyarıcı âyetlerde geçen, tekfir ve içtinap edilmesi istenilen Tâgût kavramı üzerinde duruldu. Bu kavramın Kur’ân’da tarif edilen vasfı, fonksiyon ve anlamıyla, geçmiş literatür ve çağımızdaki akademik alan ve günlük hayatta ona atfedilen veya yüklenilen vasıf, fonksiyon ve anlamları karşılaştırılarak Kur’ân eksenli tahlil edildi. Elde edilen verilere göre sözlükler, Tâgût kelimesinin kök anlamı hakkında bilgi vermede değerli olmakla birlikte, Kur’ân’ın tanımladığı semantik anlamla örtüşmekte yeterli kalmamaktadır. Nitekim sözlüklerde ona verilen anlamlar, ilgili dönemlerde yaşanılan belirli örneklerin ötesine geçememekte ve sahip olduğu asıl anlam dile getirilememektedir. Bu çalışmanın devamında Kur’ân sözlükleri, tefsir külliyatı ve rivâyetlerden hareketle Tâgût kavramı üzerinde araştırma yapanların vardıkları sonuçları ana başlıklar halinde analiz edilip yorumlandı. Bu kategorideki eserlerde görülen; Kur’ân’da tanımlanan Tâgût’un kendisi değil, onun türevleridir. Bu araştırmamızın neticesinde, belli tarihi süreçler içerisinde yapılan çalışmalarda elde edilen sonuçlar tarafımızca doğru kabul edilmekle birlikte, Tâgût’un beşerî hayatta zuhur eden türevlerine atfen ona verilen anlamlarla, Kur’ân’ın beyan ettiği anlamın bütünleşmediği, kifâyetsiz kaldığı ortaya konuldu.  

Anahtar Kelimeler: Tefsir, Kur’ân, Tâgût, Kavram, Semantik Tahlil.

Abstract

Like all holy books, the purpose of the Qur’an revealed from the time it was sent down has been wondered and questioned what the divine purpose is. The addressee of the answers to the questions on this matter, albeit indirectly, has been the Qur’an itself. Those who wonder about the divine will in the revelation of the Qur’an, when they read it carefully and based on the rules of Arabic language and literature, will be able to find the answers to their questions in the Qur’an. Because the Qur’an is like a light/nûr, it illuminates the complete of the creatures of al-ghaib/unseen and shuhud/seen in our afak/outside and our innermost souls in a simile. With this characteristic, the Qur’an has been a source of mercy and guidance for all worlds and times, with its messages, since the first ‘kun/be’ command. The Qur’an presents this guidance by giving good news to believers and warning those who do not believe. The Qur’an reveals the nature and reasons for this good news and warning in many facts and stories, verse by verse, in a Qur’anic context, with Arabic linguistic concepts and expressions. When the Qur’an is read and scrutinized, it is seen that a significant part of the linguistic concepts and expressions in question are evident with the concept of “طاغوت/Taghut” and its explanations for Taghut. According to the statement of the Qur’an all the prophets were sent against Taghut and fought against it. When the essential qualities and functions of Taghut mentioned in the verses are evaluated altogether, although it is understood that Taghut is not just a person, object, or entity, it turns out that; Taghut is an opposite of absolute absences in the absolute existence of Allah. That is; Taghut is the opposite of the existence of asma-u al-husnâ/Allah’s Beautiful Names. In this study, the concept of Taghut, mentioned in the muhkam/the entirely clear verses and especially the warning verses, which are wanted to be not believed and not followed has been emphasized. In this work, the quality, function, and meaning of Taghut described in the Qur’an, the past literature and the academic field in our age, and the qualities, functions, and meanings attributed to or attributed to it in daily life were analyzed in the axis of the Qur’an.  According to the data obtained, although the dictionaries are valuable in providing information about the root meaning of the word Taghut, they cannot overlap with the semantic meaning defined by the Qur’an. The importance given to the word Taghut in dictionaries cannot go beyond specific examples experienced in the relevant periods, and its real meaning cannot be expressed. In the next part of this study, the results of those who researched Taghut, based on the Qur’an dictionaries, tafsir corpus, and narrations, were analyzed and interpreted under the main headings. Seen in the works in this category, they are derivatives of Taghut, not Taghut itself defined in the Qur’an. As a result of our research, although we accept the results obtained in the studies carried out in specific historical processes as correct, it has been revealed that the meanings given to Taghut about the derivatives of Taghut that appear in human life do not integrate with the meaning declared by the Qur’an.

Keywords: Tafsir, Qur’an, Taghut, Concept, Semantic Analysis.   

الخلاصة

القرآن مثل جميع الكتب المقدسة، تم التساؤل عن الغرض منه منذ نزوله بالإضافة إلى التساؤل عن غرضه الإلهي. والمخاطب بالإجابة على الأسئلة في هذا الشأن، ولو بشكل غير مباشر، هو القرآن نفسه. إن المتسائلين عن الإرادة الإلهية من نزول القرآن سيجدون إجابات لأسئلتهم في القرآن عندما يقرأونه بتمعن واستنادا إلى قواعد اللغة العربية وآدابها. لأن القرآن ينير كامل عوالم الغيب والشهود في الآفق والانفس بأسلوب التشبيه كالنور. لان القرآن قد صار بوصفه هذا مصدر رحمة وهداية برسالاته لجميع العوالم والأزمنة منذ الأمر الأول ” كن”. ويقدم القرآن هذه الهداية بواسطة بشرى المؤمنين وانذار الذين لا يؤمنون. ويبين القرآن كيفية وأسباب هذه البشرى والانذار في العديد من الحقائق والقصص، آية بعد آية، في سياق قرآني، بالمفاهيم والتعابير اللغوية العربية. وعند قراءة القرآن وتمحيصه يتبين أنّ جزأ كبيراً من المفاهيم والتعابير اللغوية المعنية يتجلى في مفهوم “الطاغوت” وتفسيراته مشخصاً. وبحسب ما جاء في القرآن، تم ارسال الانبياء كلهم لمجادلة الطاغوت. وعندما يتم تقييم صفات الطاغوت ووظائفه الأساسية المذكورة في الآيات جملةً وتفصيلاً، من المفهوم أن الطاغوت ليس مجرد شخص أو مادة أو مَوْجُود، يتبين أن؛ الطاغوت هو ضد الغياب المطلق في وجود الله المطلق اي الطاغوت هو عكس وجود الأسماء الحسنى. في هذه الدراسة تم التأكيد على مفهوم الطاغوت الوارد في محكم الآيات البينات وخاصة في الآيات التحذيرية التي يراد ألا يطيعها ولا يتبعها. وتم تحليل أوصاف الطاغوت الموصوفة في القرآن ودوره في الأدب الماضي والمجال الأكاديمي في عصرنا، والصفات والوظائف والمعاني المنسوبة إليه في الحياة اليومية. ووفقا للبيانات التي تم الحصول عليها، على الرغم من أن القواميس ذات قيمة في تقديم معلومات حول المعنى الجذري لكلمة الطاغوت، إلا أنها لا يمكن أن تعطي المعنى الدلالي الذي حدده القرآن. إن المعاني التي تحظى بها كلمة الطاغوت في القواميس لا يمكن أن تتجاوز أمثلة محدودة حدثت في العصور المعنية، ولا يمكن أن تعطي معناها الحقيقي. وفي الجزء التالي من هذه الدراسة تم تحليل نتائج مَن بحثوا الطاغوت تحت العناوين الرئيسية بناء على معاجم القرآن ومتون التفسير والروايات. وفي أعمال هذه الفئة، يُرى ان تسمية الطاغوت ليست الطاغوت نفسه المحدد في القرآن بل هي مشتقة من الطاغوت. ونتيجة لبحثنا، ورغم قبولنا بصحة النتائج التي تم التوصل إليها في الدراسات التي أجريت في فترات تاريخية محددة، فقد تبين أن المعاني التي أعطيت للطاغوت عن مشتقاته التي تظهر في حياة البشرية لا تتكامل مع المعنى الكامل الذي يبينه القرآن. 

الكلمات المفتاحية: التفسير، القرآن، الطاغوت، المفهوم، التحليل الدلالي.

Giriş 

Bilindiği gibi Kur’ân herhangi bir beşerî söz, fikir, duygu, haber ve yalnızca ilim-bilimle ilgili bir vahiy değildir. Herhangi bir beşerî ilim ve bilim ile ilgili metin olsaydı, indiği günden bugüne kadar zuhur eden olaylar ile Kur’ân’ın beyanları arasında tezatın oluşması kaçınılmaz bir durum olurdu.     

Kur’ân, Hz. Muhammed’e vahiy yoluyla indirilmiş ilahi bir kelamdır. Bu kelam, yokluğun varlığa, varlığın yokluğa akışını, ilim-hikmet, nur-zulmet, hayat-memat benzeri belagat ve tebligatla tezyin edilmiştir. Kur’ân bütün bu olay ve olguları isim ve kavramlar üzerinden kendisine mahsus belli bir usul ve üslup üzerinden fasılalı bir şekilde tebyîn ve tefsir etmektedir:      

  • “Allah’a, Resulüne ve indirdiğimiz Nur’a (Kur’ân’a) iman edin!”[1]  
  • “Allah göklerin ve yerin Nur’udur.”[2]  

Bu iki âyet; idraklere tüm esmâ ve kavramların Kur’ân’da, bütün ekvâl, evsâf ve ef’âli ile cem olduklarını düşündürtmelidir. Kur’ân; muhtevasını öyle latif bir üslup ve metot (kronolojik, siyâk- sibâk ilişkiyle), misal ve kıssalar, anlam bütünlüğü ve derinliği, teşbih ve mecaz, eş ve zıt anlamlar, müşahede ve tefekküre davet, istiare ve kinaye yüklü sanatlarla bahsetmiş ki bütün belagat sahiplerini, indirildiği çağda olduğu gibi bugün de şaşkına çevirmekte, acze düşürmekte, tefekkürden tefekkürlere takallüb ettirmektedir. Kur’ân’ın söz konusu bu edebi donanımlarını anlamak için dil ve hitap özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir.

Kur’ân’ın icazının âlemler ve insanlık için taşıdığı mesajların en doğru şekilde anlaşılması için birçok ilim ve bilginin yanında Arapçanın bilinmesi de elzemdir. Çünkü اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ /“Şüphesiz biz onu daha iyi akıl edesiniz diye Arapça indirdik.” âyeti,[3] Kur’ân’ın Arapça nazil olma sebebini açıklayan birçok âyetten birisidir.[4] Kur’ân’ın Arapça indiriliş sebebi, bütün âlemlere ve insanlığa indirildiğini açıklayan diğer âyetlerle bütüncül olarak değerlendirilmediğinde, bu hitap yalnız Araplara yönelikmiş gibi algılanabilir. İlgili âyet, Kur’ân bütünlüğü çerçevesinde değerlendirildiğinde; bu sefer de Arap dilinin dilbilgisi kuralları, dil kültürü yönünden taşıdığı etimolojiye dayalı semantik zenginlik dikkatimizi çekecektir. Özellikle Arap diline hâkim uzmanlarca Kur’ân’ın usul ve üslubu dikkate alınarak okunursa, nüzûl nedenleriyle birlikte bir kimya, fizik, matematik gibi bilinen ilimleri lisanlarıyla birlikte bir formül, bir şema, bir harita olarak idraklere sunduğu görülecektir. Bu hal Kur’ân’a mahsustur ki, okurlarını zamanla ihtiyaç duyulan alanlara yönlendirerek, onlara akıl etme, fikir yürütme, düşünce geliştirme gibi çeşitli söylem beceri ve melekelerini kazandırabilmektedir.  

Kur’ân’ın bu anlam zenginliğine vakıf olunmasını sağlayan en önemli hususlardan biri de her âyetin asıl öğesi ve odak noktasını oluşturan Kur’ânî kavramlardır. Kur’ân’ın bu kelimeleri âyet âyet işleyerek tebyîn etmesi; Kur’ân üslubu, Kur’ân dili olarak ifade edilmektedir. Kur’ân’daki mevcut odak kavramların tanımını yapacak olursak “maddî ve mânevî her varlık birer kavram olup, her biri de Allah’ın “kün” emriyle birlikte “feyekün” faaliyetinin nesnel sonuçlarıdır. Her biri bizi, her bir ilmin lisanıyla, Allah (c.c.)’ün tüm esmâ, sıfat ve fiillerinden haberdar ederler” diyebiliriz. Allah (c.c.) ve isimleri haricindeki, ilmi cereyanların esası olan bu her bir kavramın zıttı ile çift (eş) ve kayyum oluşları (gece-gündüz, canlı-cansız, erkek-dişi, doğru-yanlış, yemin edilen tek ve çift vs.) hayat ve ölüme, iman ve küfre, sağlık ve hastalığa, silm ve nizaya da zemin oluştururlar. Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılabilmesi, günlük hayatta karşılık bulabilmesi için Kur’ân’da yer alan bu kavramların bilinmesi ve anlaşılması hayati öneme haizdir. Bunların doğru tanınmadığı ve gerektiği gibi dikkate alınmadığı yerde niza, hastalık, kavga, afet ve felaket gibi birçok olumsuzlukların zuhur edebileceğinden Kur’ân bizi uyarmaktadır. Bu afetlerin kimler için, neler, nasıl, niçin olduğu ve olacağı Kur’ân’da anlatılmaktadır.[5]   

Tüm afet ve marazların zeminini oluşturan, bu çalışmanın ana konusu olan “طاغوت /Tâgût” kavramına geçmeden önce, buraya kadar izah etmeye çalıştığımız fikirlerimizin ve Kur’ânî kavramların gerçek anlamlarının daha iyi kavranması için el-Bakara 2/30. âyeti ile Rahmân Sûresi ilk sekiz âyetlerini yorumlayarak bir girizgâh yapmak uygun olacaktır.

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ

“Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” dediğinde onlar: “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın? Hâlbuki biz, seni övgüyle tesbih ve takdîs ediyoruz” demişlerdi. Allah da onlara “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” buyurmuştu.”[6]  

“Melekler yaratılacak olan halifenin yeryüzünde fesat çıkaracağı ve kan dökeceğini nereden bildiler?” sorusuna verilen cevaplar bazı görüşleri gündeme getirmiştir.[7] Bu konuyla alakalı sadece iki görüş üzerinde durmak istiyoruz:

İlk görüşe göre; yeryüzünde önceden fesat çıkaran, kan dökenlerin gelip geçtiği ve meleklerin buna şahit olduğu, onun için de böyle sordukları dile getirilmektedir.[8]  

Âyetin yorumuyla alakalı diğer bir görüş ise şu şekildedir; her ne kadar bazı yorumcular âyette geçen “اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ” ifadeye “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” şeklinde mana verseler de[9] bu anlam kontekst semiyolojisi bakımından yanlış bir tercümedir. Nitekim Arapça’da “ce’ale halîfeten” ifadesi, “halife yaratmak” değil, “halife tayin etmek” anlamındadır. Âyette geçen “câ’ilun…  halîfeten” ifadesi de “halifeyi tayin etmekte olan, hatta tayin eden” anlamında olmalıdır. Yani Allah gelecekten bir bilgi vermekten ziyade hâlihazırda gerçekleştirdiği bir işi anlatmaktadır. Buna göre melekler de gelecek zaman çekimiyle değil şimdiki zaman çekimiyle “orada fesat çıkarmakta ve kan dökmekte olanı mı halife tayin ediyorsun Ya Rabb” sorusuyla karşılık vermektedirler.    

Bahsedilen görüşlerdeki tikel değerlendirmelerin aksine tümel olarak âyetler değerlendirildiğinde; bu cevapların ikisi de gerek kavram anlamı (semantiği), gerekse âyetin yer aldığı bağlam (siyâk – sibâk ve belagat) bakımından eksik bir bakış açısıyla ele alındığı görülecektir. Âyetin siyâk – sibâkı takip edildiğinde, Allah (c.c.) Hz. Âdem’e isimlerin tamamını öğrettikten sonra; meleklere “bunlardan bana haber verin” dediğinde meleklerin: “Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur.”[10] diyerek itirafta bulundukları görülecektir. el-Bakara 2/31-32. âyetleri ile birlikte 30. âyet değerlendirildiğinde, Hz. Âdem’e isimlerin tamamı öğretildiği gibi meleklere de isimlerin bir kısmının öğretildiği akla gelmektedir. Meleklere anlamlarıyla birlikle öğretilen bu isimler içerisinde “halife” kelimesinin de yer aldığı anlaşılmaktadır.

Allah’ın; Hz. Âdem’e neden isimlerin tamamını öğrettiği, bunların neler olduğu, kendi esmâsı olup olmadığı ve bunları öğretmedeki ilahi muradın ne olduğu merak edilmektedir. Bu duruma benzer olarak meleklere öğretilen isimlerin kapsamı da merak konusudur. Meleklerin halife kelimesinden hareketle fesat ve kan dökücülükten bahsetmiş olmaları meleklere bu kavramın (ismin) mahiyetiyle (ef’âl ve evsâf) birlikte öğretilmiş olduğunu düşündürmektedir. Bu bakış açısından hareketle halife kavramı tekrar Kur’ân’ın tamamında “خ ل ف /HLF” kökü de dikkate alınarak semantik açıdan değerlendirildiğinde görülecektir ki melekler onun taşıdığı kök anlamına göre fesat ve kan dökücülükten söz etmişlerdir.[11]    

Kur’ân’ı yorumlarken birçok usulün yanında âyetler arası anlam bağlantılarına ve konuyla ilgili anlam bütünlüğünün önemine dikkat etmek gerekmektedir. Bu kabulden hareketle Rahmân Sûresi’nin ilk sekiz âyetinin açıklanması faydalı olacaktır. Âyetlerin açıklanmasına geçilmeden önce postulat kavramının tanımını hatırlamak önem arz etmektedir. Postulat; ispata gerek olmayan kesin olarak kabul edilen ve gözlemlenen doğru bilgi anlamına gelmektedir.[12] Her varlığın zıttı ile çift ve kaim olduğu bir postulattır. Nasıl ki bir bardak suda; sudan ve suyun muhtevasından başka bir şey yoksa, suyun doldurduğu seviye VAR’ın, doldurmadığı yer ise YOK’un temsilcisidir. Yine bu bardaktaki YOK da nasıl bir varlık ise; aynı şekilde semâvât ve arzın, şühûd ve guyûbun, tüm zamanlar ve sonsuzluğun tek varlığı Allah olduğuna göre, O’nun olduğu yerde yok’un varlığından söz etmek mümkün müdür? O’nun olduğu yerde yok, mutlak manada yoktur, yani mutlak yokluk vardır. Tâgût’un farazi varlığı buradan başlar. Mevcudatın zuhuratı da bu mutlak yokluğa Kur’ân’ın öğretilmesiyle başlar.   

er-Rahmân 55/8. âyette yer alan tağâ kelimesi (اَلَّا تَطْغَوْا) etimolojik ve semantik olarak çalışmamızın asıl konusu olan Tâgût kavramının odağını oluşturmaktadır. Ay ve güneş bir hesaba göredir. Bitkiler ve ağaçlar (ya da yıldızlar ve galaksiler) ona secde ederler. “Semayı da yükselttik, sakın mizanda taşkınlık yapmayın” ifadesinde yer alan mizandaki taşkınlık sadece “ölçü ve tartı” şeklinde anlaşılmamalıdır. Zira er-Rahmân 55/9. âyette bu konudan özellikle bahsedilmektedir. Rahmân Sûresi’nin ilk âyetleri anlam bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde, mevzubahis mizanın; hilkatin fıtratı olan, insana ayrıca beyan edilen, necm ve şecerin secde ettiği Kur’ân’dır, demek mümkündür. Bu sonuca göre mizanda tuğyân çıkarmamak için Kur’ân’ın beyan ettiklerine gerektirdiği gibi iman, itaat ve ittiba edilmesi şarttır. Başka bir âyetin beyanına göre[13] bu teslimiyete rüşd, bu durumun aksine de ğey denilmektedir.

Tâgût kavramının tanımına, etimoloji ve semantiğine geçmeden önce, bu alanda yapılan çalışmalara, beyan edilen görüşlere genel olarak değinmek yerinde olacaktır:    

Tespit edebildiğimiz kadarıyla Tâgût kavramıyla alakalı bazı çalışmalar kaleme alınmış[14] ve genelde etimolojisi üzerinde durularak Kur’ân’daki anlamı tespit edilmeye çalışılmıştır: Bu çalışmalarda Tâgût olarak ileri sürülen tarifler Tâgût’un kendisini değil, ondan türemiş fiil, nesne ve isimlerdir.  Bu çalışmalarda yazarların; Tâgût’a yüklenen bu anlamların dışında mana ararlarken büyük ölçüde Cemâleddin Efgânî (1838-1897), Muhammed Abduh (1849-1905), Seyyid Kutub (1906-1966) ve Mevdûdî (1903-1979) gibi düşünürlerin fikirlerinden etkilendiği görülmektedir.[15] Nitekim bilindiği üzere İran 1979 yılında Batı politikası ve Amerika karşıtlığını yansıtmak, onların ortaya koyduğu rejimlerini yermek için bunlara Tâgût demiştir. Böylece Tâgût siyasi slogan halini almıştır. İran’ın bu isimlendirmesi muhtemelen yukarıdaki düşünürlerden etkilendiğini aklımıza getirmektedir. Dile getirilen bu görüş ve anlamlandırmalar Kur’ân’ın ilk muhataplarının anladığı anlamı kapsamadığını düşünmekteyiz. Nitekim söz konusu olan görüş ve anlamlandırmalar nüzûl ortamı ve ilk muhatabın idraki dikkate alınmadan yapılan yorumlardır ve dolayısıyla eksik kalmaktadır. Ayrıca klasik tefsirlerin genelinde ilgili âyetler yorumlanırken Tâgût’un türevlerini gerekçe göstererek ondan kastın ilgili türevler olduğunu iddia etmenin yanıltıcı olacağını düşünmekteyiz. Nitekim bu türevler küllün cüzüdür, ilerleyen sayfalarda da açıklanacağı üzere, bu tanımlamalar Tâgût’un tamamını kapsamamaktadır.      

Bu makalemizde; incelediğimiz çalışmalarda elde edilen sonuçlar doğru kabul edilebilmekle birlikte, Kur’ân’ın beyanına göre bütün peygamberlerin mücadele ettiği Tâgût’la anlam olarak bütünleşmedikleri, ayrıştıkları görülmektedir. Nitekim Kur’ân’da sekiz âyette dile getirilen Tâgût kavramı,[16] hayatın farklı sekiz safhadaki “savaş, inanç, ideoloji, kulluk ve ibadet, hukuk, ferdî ve toplumsal ilişkiler” gibi boyutlarına temas etmektedir. Bu âyetlerden anlaşılmaktadır ki Tâgût tektir ve Kur’ânî bir kavramdır. O, diğer araştırmacıların dile getirdikleri bazı müşahhas somut/soyut isimlerden ibaret olmayıp sadece neşet buldukları belli bir ortamdır.

1.      TÂGÛT KELİMESİNİN ETİMOLOJİSİ

Belirtmek gerekir ki Arapça’daki Tâgût kelimesi Sami dil ailesinde ortak bir köke sahiptir. Geiger’in (1810-1874) belirttiğine göre putperestlik için kullanılan Tâgût kelimesi Rabbinik Literatürde (Rabbinical Writings) bulunmasa da yine de Arabistan’daki Yahudiler bunu sahte tanrılara tapınmak için kullanmışlardır. Çünkü Geiger’e göre Tâgût kelimesi Kur’ân’da bu anlamda geçmektedir.[17] Diğer taraftan Arthur Jeffery (1893-1959) Tâgût kelimesinin Arapça asıllı olmadığını- ki bu arada Geiger’in görüşüne de katılmayarak- söz konusu kelimenin Abyssinian (Etiyopya, Habeş) diline ait olduğunu ısrarla vurgulamaktadır.[18]  

“طَغَى /tağâ” kökü İbranice, Aramice ve Süryenice’de de yer almaktadır. İbranice’de “טעה /ta-a” kökü ile Arapça’daki “طَغَى /tağâ” kökünün ortak bir anlama sahip olduğunu belirtebiliriz. “טעה /ta-a” kökü Tanah’taki son peygamberlerin üçüncü kitabı Hezekiel’de sadece bir defa geçmekte ve “dolaşmak, yoldan çıkmak, yanlış yola sapmak” ve “baştan çıkarmak, yoldan çıkmasına neden olmak” gibi anlamlarda kullanılmaktadır.[19]

 Ele aldığımız kavramın Sami dillerinde ortak bir kök ve benzer anlama sahip olması, âyetlerde[20] beyan edilen “her kavme kendi dilinden peygamber gönderildiği ve peygamberlerin Tâgût’la mücadele ettiği” gerçeğinin göstergesi ve sonucudur.

Kur’ân’ı anlamada ve yorumlamada âyetlerde geçen sözcüklerin anlamını tespit etmede etimolojinin önemli bir yeri vardır. Etimolojik değerlendirmeler Kur’ân’da geçen kelimelerin iskeletini ortaya çıkarmakta ve ilgili kelimeyi anlamaya yardımcı olmaktadır. Kökler çeşitli ekler ve seslendirmeler sayesinde farklı anlamlar kazanabilmektedir. Tâgût da böyle türevsel bir kavramdır. Şimdiki aşamada Tâgût kavramı Erken Dönem, Son Dönem ve Kur’ân sözlüklerinde ele alınacak ve art süremli semantik metodu kullanılarak geçirmiş olabileceği anlam serüveni tespit edilmeye çalışılacaktır. Tâgût kavramının bu üç farklı kategoride ayrı ayrı ele alınmasının sebebi, art süremli semantik yöntemiyle ele alınan bir kavramda bu süreçlerde gözlenebilecek anlam değişiminin önemine binaendir. 

1.1.   Erken Dönem Arapça Sözlüklerinde Tâgût Kelimesi

Bazı lügat sahipleri Tâgût kelimesinin iştikakının hem “طغو /tğv” hem de “طغي /tgy” olabileceğini varsaymaktadırlar.[21] Lügat sahipleri Tâgût kelimesinin kök anlamının “ölçüyü/sınırı aşan her şey” için “طَغَى /tağâ” denilebileceğini dile getirmektedirler. Mesela Arapça’da suyun sınırlarını aşıp taşmasını ifade etmek anlamında “طَغَى /tağâ” kökü kullanılır.[22]

Yine Arapça’da zorba ve inatçı bir kişi için “طاغية /tâğiya” sözcüğü kullanılır. Kelimenin sonunda yer alan yuvarlak “t” harfi mübalağa için gelmiştir.[23]

Ayrıca kan basıncının artmasını belirtmek için de yine “وَطَغىَ الدَّمُ بالإنسان” denilir.[24]

“طَغَى /tağâ” kelimesine istinaden Arapça’da “سَمِعْتُ طَغْيَهُ” denmekte ve “falancanın sesini duydum” anlamında kullanılmaktadır.[25]

Araştırmamıza konu olan Tâgût sözcüğüne gelince Erken Dönem Arapça sözlüklerinde birkaç anlamda kullanım özellikleri dile getirilmektedir:

  1. en-Nisâ 4/60. âyette (يُرٖيدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُوا اِلَى الطَّاغُوتِ) Tâgût kelimesi tekil isim olarak kullanılmıştır.[26] Ahfeş’ten aktarılan görüşe göre ise Tâgût; tekil ve çoğul olarak insanlardan ve cinlerden oluşan putlar demektir.[27]
  2. en-Nahl 16/36. âyetinde (وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ) Tâgût kelimesi dişildir, bununla Lât ve Uzzâ kastedilmektedir.[28] 
  3. el-Bakara 2/256-257. âyetlerde geçen Tâgût kelimesi “طَغَى /tağâ” kökünden türemiştir. Kelimenin sonunda yer alan “t” harfinin zait olduğu dile getirilmiştir.[29]
  4. Ebû İshâk’tan aktarılan bir görüşe göre Allah’ın dışında mabut edinilen her şey Tâgût’tur.[30]
  5. Diğer bir görüşe göre Cibt ve Tâgût’tan kasıt “الكَهَنة وَالشَّيَاطِين /kâhinler ve şeytanlar”dır.[31]
  6.  İbni Arabî’den (ö. 231/846) aktarılan başka bir görüşe göre Cibt’ten kasıt Yahudi önderleri, Tâgût’tan kasıt ise Hristiyan önderleridir.[32]   

Erken Dönem sözlüklerine baktığımız zaman Tâgût kelimesinin kök anlamının “taşmak, aşmak” şeklinde olduğunu görürüz. Söz konusu taşkınlık genel bir manada kullanılmıştır. Tâgût kelimesinin köküne verilen bu taşkınlık anlamı hem Allah’ın koyduğu bütün hükümlerine karşı hem de mecazi manada fark etmeksizin kullanılmıştır.    

Sözlüklerde Tâgût olarak kabul edilen bazı özel isimler (Lât, Uzzâ, Menât, kâhinler, şeytanlar Hristiyan önderleri vs.) Tâgût’tan türeyenlerdir ama Tâgût’un kendisi değildir. Çünkü bu kelime anaç bir kavramdır, ona atfedilen söz konusu isimler ise onun sadece bir ürünüdür. Bilindiği gibi sözü edilen bu putlar artık yoktur. O zaman Tâgût’un yokluğundan söz etmemiz gerekir ki el-Bakara 2/256-257. âyetlere göre onun yokluğundan söz edilmesi mümkün değildir. Nitekim ilgili âyette Tâgût’u tekfir eden sağlam kulpa tutunmuş olur denmektedir. Bu şunu göstermektedir; o mutlak yokluktan mutlak varlığa kadar mevcudiyetini sürdürecektir ve vardır. Buna da kısmen delil olarak ise en-Nahl 16/36. âyeti göstermek mümkündür.[33] Çünkü bütün peygamberler her ümmete Allah’a kulluk etsinler ve Tâgût’tan içtinap etsinler diye gönderilmiştir.    

Tâgût’a verilen anlamlar arasındaki “Allah’ın dışında mabut edinilen her şey Tâgût’tur” görüşü eksik kalmaktadır. Nitekim yukarıdaki yorumumuzda da belirttiğimiz gibi mabut edinilen şeylerden somut kavramlar kastediliyorsa Tâgût olamaz, çünkü somut varlıklar fânidir. Ama bu görüşle Tâgût’tan soyut kavramlar kastediliyorsa, bunlar Tâgût’un kendisi değil Tâgûtî ortamda yetişenlerdir.   

1.2.   Son Dönem Arapça Sözlüklerinde Tâgût Kelimesi

Bu sözlüklerde “طغو /tğv” ile “طغي /tgy” tek kök olarak ele alınmış ve aynı madde içerisinde anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Bazıları ise bu iki kökü farklı maddeler altında incelemişlerdir.[34]

Tâgût kelimesine verilen kök anlam “ölçüyü/sınırı aşmak” şeklinde olduğu gözlemlenmektedir. Bu anlamından dolayı “denizin taşması, suyun bulunduğu yerden taşması” bu kökle ifade edilmektedir veya inanç konusunda taşkınlık yaparak Allah’a inanmayan birisini betimlemek için de “tğv /tgy” kökü kullanılır.[35]   

“طَغَى /tağâ” kökü birisinin sesini duymak anlamında da kullanılabilmektedir. Arapça’da “سمعتُ طَغْىَ فُلانٍ” demek “falancanın sesini duydum” anlamına gelmektedir.[36]

Arapça’da “طَغْية /tağyatün” kökü, Erken Dönem sözlüklerde olduğu gibi, bir şeyin üst kısmı, üst tarafı anlamlarında kullanılmaktadır. Mesela dağın üst kısmını ifade etmek için bu sözcük kullanılmaktadır.[37]

Arapça’da “طغاه الشيطان /tağâhü’ş-şeytân” ifadesi “şeytan onu iyilik yolundan alıkoydu” anlamında kullanılmaktadır.[38]

“طاغية /tâğiya” sözcüğü bir kişinin zorba, zalim ve inatçı olduğunu da bildirmektedir.[39]

Çalışmamızın ana konusu olan Tâgût kavramı Son Dönem sözlük yazarlarının da dikkatlerini çekmiştir. Bu sözlüklerde Tâgût kavramıyla ilgili şu bilgilere ulaşılmıştır:  

  1. Tâgût kelimesine verilen anlamlardan birisi “şeytan”dır.[40]
  2. Tâgût kelimesiyle kastedilen Lât ve Uzzâ putlarıdır.[41]
  3. Allah’ın dışında mabut edinilen her şey Tâgût’tur.[42]
  4. Tâgût kelimesinden kasıt kâhindir.[43]
  5. Tâgût kelimesi sihirbaz demektir.[44]

Görüldüğü gibi Son Dönem sözlüklerinde elde edilen anlamlar bazı farklılıklarıyla beraber İlk Dönem sözlüklerine benzerlik arz etmektedir. Dolayısıyla Erken Dönem sözlüklerine yönelik görüşlerimiz genel hatlarıyla burada da geçerlidir. Ayrıca burada ilave olarak şunu vurgulamak gerekir: Tâgût kelimesine verilen “sihirbaz, kâhin, Lât ve Uzzâ gibi putlar, şeytan vs.” Tâgûtî olabilirler; ama Tâgût bunlardan herhangi biri değildir. Yani Tâgût bu sayılanları kapsar ancak Tâgût sadece bunlardan biri/hepsi değildir. Çünkü Tâgût, Allah’ın razı olmadığı bir inanç, bir düşünce ve bir felsefedir. Kur’ân’ın iç bütünlüğünde yer alan Tâgût kelimesinin kapsadığı anlamı, yukarıda verilen anlamların cümlesini ve hatta daha fazlasını kapsamaktadır.    

1.3.   Kur’ân Sözlüklerinde Tâgût Kelimesi  

İsfahânî (ö. V./XI. yüzyılın ilk çeyreği) “طَغَى /tağâ” kökünü ele alırken geçmiş zaman kalıbını vererek (طَغَوْتُ وطَغَيْتُ /tağavtü ve tağaytü) kökün hem “طغو /tğv” hem de “طغي /tgy” olabileceğine dikkat çekmektedir.[45]

Fîrûzâbâdî (ö. 817/1415), Tâgût kelimesinin tahliline geçmeden önce “طغو /tğv” ve “طغي /tgy”’nın “haddi aşmak” olan kök anlamları üzerinde durmaktadır. Nitekim pratik Arapça’da (طَغَوْتُ وطَغَيْتُ /tağavtü ve tağaytü) ifadeleri “تَجاوَزَ الحَدَّ في العِصْيان / isyan konusunda haddi aşmak” anlamda kullanılmaktadır.[46]      

İbrahim Medkûr (1902-1995), el-Hâkka 69/11. âyette[47] geçen “طَغَى /tağâ” kökünün istiare yoluyla “suyun haddi aşması” yani “taşması” anlamında kullanıldığına dikkat çekmektedir.[48] Ayrıca Medkûr “طَغَى /tağâ” kökünden türeyen “طاغية /tâğiya” sözcüğünün “صاعِقَة /yıldırım” anlamında da kullanıldığını belirtmiştir.[49]    

John Penrice (1818 – 1892), Tâgût kelimesinin “her azgın ve Allah’tan başka tapınılan şey” anlamına geldiğini belirtmektedir. Söz konusu kelime hem tekil hem de çoğul için kullanılabilmektedir. Ayrıca bu kelime Kur’ân’da her türlü azgınlar (sihirbaz, kâhin, Allah’ı inkâr eden, Kâ’b b. Eşref, azgın cinler, putlar ve doğru yoldan ayrılanlar) için de kullanılmıştır.[50]

Jeffery Tâgût kelimesinin ilk anlamını “idolatry/putperestlik” olarak tanımlamıştır. Onun beyanına göre bu kelime, Allah’a tapınmanın bir alternatifini belirtmek için kullanılmıştır. Ayrıca Jeffery müfessirleri eleştirerek “Tâgût hakkında kesin bir şey bilmiyorlar” ifadelerine yer vermiştir.[51]  

Kur’ân sözlükleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde yukarıdaki tanımlar bizim savunduğumuz görüş ve yaklaşımımızı kısmen de olsa desteklemektedir. Burada özellikle katılmadığımız Medkûr’un “طاغية /tâğiya” kelimesine takdir ettiği “صاعقة /yıldırım” anlamıdır. Onun bu açıklamasına göre “طاغية /tâğiya” kelimesi “صاعقة /yıldırım” kelimesiyle eş anlamlıymış gibi algılanabilir. Esasında böyle bir algı yanlıştır. Nitekim “صاعقة /yıldırım” Semûd kavmini tuğyânlarından dolayı helak olmalarına yol açan, ilahi takdir sonucu zuhur eden atmosferik fiziki bir vakadır. Tıpkı el-Kehf 18/12. âyetinde Allah’ın geceyi gündüzle mahvettiğini beyanı gibi fiziki olaydır. Bu açıdan baktığımızda geceyi mahveden gündüze nasıl ki “طاغية /tâğiya” denilemezse, Semûd kavmini helak eden “صاعقة /yıldırım”a ve diğer kavimleri helak eden tufan, fırtına, denizin yutmasına ve benzeri tabiat olaylarına da Tâgût denilemez.    

1.4.   Sözlüklerin Genel Değerlendirilmesi

Yapılan araştırmalar neticesinde anlaşılmıştır ki “طَغَى /tağâ” kökü, bilinen bir şeyin sınırını maddî ya da mânevî olarak aşması ve yükselmesi anlamlarını kök anlam olarak korumaktadır. Bu sebepten ötürü dağın uç kısmına veya yüksek bir yere “طَغْية /tağyatün” ve “طَغْوة /tağvetün” denmektedir.[52] Buna ek olarak Tâgût’luk insanlığa müşahhas kılınan bir kavramdır. Yani beşerî hayatın her safhasında, vazedilmiş ilahi had ve hududu aşan gidişattır.

Tâgût kelimesi dilcilerin de açıkça belirttikleri gibi hem tekil, hem çoğul, hem eril, hem de dişil bir kelimedir. Dilciler arasındaki bu farklı yaklaşımların ana sebebi; Tâgût kelimesinin bu dilsel özelliklerinin Kur’ân’da yer bulmasından kaynaklanmaktadır.     

Kanaatimizce sözlükler bize Tâgût kelimesinin kök anlamı hakkında bilgi vermede kıymetli ve doğru olmakla beraber, Kur’ân’ın tanımladığı ve ilk muhatabın algıladığı anlamı karşılamakta yeterli değildir. Çünkü, en-Nahl 16/36. âyetinde de belirtildiği gibi, her topluma Allah’a kulluk edilsin ve Tâgût’tan içtinap edilsin diye elçi gönderilmiştir.[53] Bu demektir ki peygamberlerin geldikleri her toplum vahyin nüfuz etmediği bir düzene, bir yönetim biçimine sahiptiler. Bu toplumların kahir ekseriyetle maddî ve mânevî tercihlerinde bir taşkınlık, bir negatiflik söz konusuydu. Peygamber efendimizin gönderildiği dönemdeki Cahiliye toplumunda görülen azgınlıkların cümlesi gibi. Yani ilk Peygamberden son peygambere kadar gelenlerin yegâne hedefi tevhit inancına dayalı hayatı tesis etmek ve vahye mebni bu muvahhit hayatı çeşitli dönemlerde taşkınlıklarla ebedi hiçliğe sürükleyen Tâgûtî fıtrattan içtinap ettirmek olmuştur. Kanaatimizce Tâgût kelimesinin daha iyi anlaşılması için sözlüklerde belli ve müşahhas örneklerden hareket edilip açıklanması, ilgili kavramın sonraki dönemlerde anlam daralmasına uğramış gibi bir intiba uyandırmasına sebep olmuştur. Netice olarak son vahyin ilk muhataplarının algıladığı anlamın, sonraki dönemlerde Tâgût kelimesinin dile getirilen sadece belirli unsurların anlamlarından ibaret olduğu düşünülmüştür ki çalışmamızda da vurguladığımız gibi bu düşünce isabetli değildir. Burada yeri gelmişken İbn İshâk’ın (ö. 151/768) es-Sîretü’n-nebeviyye eserinde Tâgût’la alakalı yer alan bir bilgiye değinmek istiyoruz. Mekkeli müşrikler Kâbe’ye gösterdikleri tazimi putlara da gösterirlerdi. Bu nedenle Kâbe ile beraber put evleri inşa etmişlerdi. İbn İshâk’ın belirttiğine göre Tevâgît kelimesinin Kâbe dışında inşa ettikleri bu mabetler için kullanıldığı bilgisi yer almaktadır.[54] Bu bilgi ilk muhatabının kelimeye yüklediği anlam hakkında önemli ipuçları verdiği düşünülebilir. Buna göre ilk muhatabın bu kelimeyi “put” ile özdeşleştirdiği intibaını vermektedir. Kaynakların belirttiğine göre[55] putperestlik Hz. Nûh döneminden itibaren başladığı varsayılmaktadır. Hz. Muhammed’in risalet döneminde de putperestlik revaçtaydı. Dolayısıyla Kur’ân’da geçen Tâgût kavramı “put” veya “putperestlik” anlamını yansıtır hale gelmiştir. Fakat Tâgût’un sadece bundan ibaret olduğunu söylemek, çalışmamız boyunca da vurgu yaptığımız üzere, yanıltıcı olacaktır. Burada şu hakikatin hatırlatılması gerekir ki Kur’ân’da Tâgût kelimesi devamlı tekil kullanılmış çoğul hali geçmemektedir. Allah insanların Tâgût’lardan değil Tâgût’tan içtinap etmelerini istemektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki çalışmamızın giriş kısmında, Tâgût’la alakalı fikir üretenler “onu modern dönem insanı için müşahhas bir anlamdan ziyada bir “sistem” olarak algılanmıştır. Bu anlamın da Kur’ân’da belirtilen Tâgût’un kapsamına girdiği bir hakikattir.” düşüncesine hâkim olduklarını söylemek mümkündür. Fakat bu yaklaşım, çalışmamızın farklı yerlerinde de belirttiğimiz gibi, Kur’ân’ın Tâgût’la ilgili ortaya koyduğu tanım ve hükümlere uygun düşmemektedir.    

2.    TEFSİRLERDE TÂGÛT KELİMESİNİN TAHLİLİ

Çalışmamızın boyutlarını aşmamak için bu bölümde “طَغَى /tağâ” kökü üzerinde durmayacağız. Bu bölümdeki amacımız Tâgût kelimesinin Kur’ân’daki kullanımlarına ve yer aldığı bağlama göre müfessirlerin verdikleri manaları tespit ve tahlil etmek olacaktır. Anlam kargaşası yaşanmaması için Tâgût kelimesine verilen anlamları maddeler halinde zikredeceğiz. Benzer görüşte olanların bazılarını ise dipnotta belirtmekle yetineceğiz.

2.1.   Şeytan  

Mukâtil b. Süleymân (ö. 150/767), el-Bakara 2/256. âyette geçen Tâgût kelimesine şeytan anlamını takdir etmektedir.[56] Hevvârî (ö. 280/893 civarı) ise bu kelimeye “insan şeklinde şeytan” anlamını vermektedir.[57]   

Kurtubî (ö. 671/1273) en-Nisâ 4/51. âyeti yorumlarken Tâgût kelimesinin farklı anlamlarda kullanılabileceğini aktarmaktadır. Aktardığı görüşler arasında Tâgût kelimesinin “الجبت إبليس والطاغوت أولياؤه /Cibt İblis’tir, Tâgût ise onun ortaklarıdır” düşüncesini taşımaktadır.[58]

Kanaatimizce el-Bakara 2/256. âyette geçen Tâgût kelimesinin şeytan anlamında kabul edilmesi yeterli değildir. Çünkü hem el-A’râf 7/146. âyetin muhtevası, hem de el-Bakara 2/256. âyetin siyâk-sibâkında (254-255. âyetler) imanın gereği ve niceliği tarif edildikten sonra, el-Bakara 2/256. âyet “rüşd” ve “ğay” kavramlarıyla başlamaktadır. Âyetin devamında infakın gereği ve iman kelimesinin niceliği hususunda doğruyu ve doğru yolu gösteren, vahiyden neşet bulan bir yolun tanımı için rüşd lafzı kullanılmaktadır. İnfak ve iman hususunda yanlışı ve yanlış yolu ve hatta bütün taşkınlıkları, rüşd’ün zıt anlamlısı, ilkel bir dürtü olan ve herkeste, her toplumda bulunan ğay lafzı kullanılarak, hemen akabinde Tâgût’un tekfir edilmesi istenilmektedir. Söz konusu âyetlerdeki bu belagat akışı, Tâgût’un ğay’dan tezahür eden, peygamberlerin gelmelerinden önceki toplumlarda görülen özel, sıfat-isim bir kavram, bir hayat ortamı, bir sistem olduğu düşünülmesi mümkündür. 

Yine Kurtubî’nin en-Nisâ 4/51. âyeti yorumlarken Tâgût kelimesine “الجبت إبليس والطاغوت أولياؤه /Cibt İblis’tir, Tâgût ise onun ortaklarıdır” şeklinde mana takdir ettiği görülmektedir. Halbuki Tâgût kavramı; Cibt’i de, İblis’i de ve tarih boyunca peygamberlerin mücadele ettiği diğer unsurları da kapsamaktadır. Ayrıca Kurtubî’nin bu tanımı anlam olarak soyuttur. Fakat âyet ise bir “yolu” tarif ederek devamındaki âyetlerle somutlaştırıp yaygınlaştırmaktadır.  

Ayrıca bu âyette Cibt ve Tâgût’un ardışık zikredilişi örnek olarak şöyle açıklanabilir: Tâgût komünizm ise Cibt komünisttir, Tâgût ateizm ise Cibt ateisttir veya Tâgût putperestlik ise Cibt putperesttir, diyebiliriz. Burada yeri gelmişken Cibt kelimesinin başka bir anlam inceliğinden söz etmek istiyoruz. Tâgût’tan içtinap etmeyenler ve Tâgût’u benimseyenler Cibt’tir.[59]

Burada bu müfessirlerin Tâgût kelimesine verdikleri “şeytan” anlamının “şeytanî düzenler” olarak da algılanabileceği düşünülürse de bu fikir yine eksik kalacaktır. Çünkü Tâgût mutlak varlıktaki mutlak yokluktur, fıtridir. Şeytan ve ondan neşet eden şeytanî düzenler ise bu Tâgûtî ortamda hayat bulmuş ve Tâgûtî bir unsurdur. Burada şunun hatırlatılmasında yarar vardır: şeytan bir varlık, Tâgût ise mutlak yokluğu bildiren bir sistemdir.

Yeri gelmişken önemli bir hususa dikkat çekmek gerekir: bazılarınca Tâgût olarak kabul edilen “şeytan ve dostları, şeytanî düzen oluşturanlar, putlar…” Kur’ân’ın beyanına göre ahirette Allah’ın muhatabı olacak ve sorgulanacaklardır. Fakat hiçbir âyette Tâgût’un muhatap olacağı veya sorgulanacağı hakkında herhangi bir bilgi yer almamaktadır.                  

2.2.   Put  

Ebû Ubeyde’nin (ö. 209/824 [?]) yorumuna göre el-Bakara 2/256. âyetinde geçen Tâgût kelimesi putlar anlamında kullanılmıştır. Ayrıca Ebû Ubeyde[60]  Tâgût kelimesinin çoğul haline dikkat çekmektedir: Tâgût, putlardır. İnsan ve cinlerden olan tavâgît ise onların şeytanlarıdır.[61] Bazı müfessirler el-Mâide 5/60. âyeti yorumlarken de puttan (buzağı) bahsettiklerini görmek mümkündür.[62]  

Her ne kadar müfessirler yukarıda ifade edildiği üzere Tâgût kelimesine put anlamı vermiş olsalar da bize göre putlar Tâgût’un kendisi değildir. Putlar; Tâgût’un türevlerinden, hayatın çeşitli fazlarda lider konumunda olan varlıklardır. Örnek olarak şunu söyleyebiliriz: Firavun tâğidır,[63] Hz. Musa’nın peygamber olarak karşı geldiği şey düzendir, bu düzen ise Tâgût’tur. Çünkü Kur’ân’ın beyanına göre bütün peygamberler Tâgût’a karşı mücadele etmek için gönderilmişlerdir.[64]

2.3.   Sihirbaz ve Kâhin  

Bu konuda Taberî’nin (ö. 310/923) aktardığı görüşlerden birisine göre Tâgût kelimesi sihirbaz/kâhin anlamında kullanılmıştır.[65]

Tâgût kelimesine atfedilen bu anlamlar, Tâgût’tan neşvünema bulan taraftarlarıdır, yoksa Tâgût’un kendisi değildir. Nitekim sihirbazın ve kâhinin ölmesiyle Tâgût’luk bitmiş olması gerekir, hâlbuki durum asla öyle değildir. Bunlar sadece Tâgût’un aktörleri konumundadır. Yapılan bu değerlendirme sihirbaz ve kahinlerin belki de kıyamete kadar devam edecek misyonlarını da kapsamaktadır. Söz konusu olan misyon da Tâgût’un bir parçası mesabesindedir.    

2.4.   Allah Dışında İbadet Edilen Her Şey

Taberî el-Bakara 2/256-257. âyetlerde geçen Tâgût kelimesiyle alakalı görüşlere yer verdikten sonra kendi görüşünü şöyle açıklamıştır: “şöyle ki Tâgût’tan kastedilen şey; Allah’a karşı azgınlık vasfına sahip olan ve O’nun dışında kulluk edinilen herkes/her şey için kullanılabilmesidir.”[66]    

Zeyd b. Alî’nin (ö. 122/740) belirttiğine göre Tâgût kelimesine şu anlam verilmiştir: “كُلُّ مَعبُودٍ مِنْ حَجرٍ أَوْ مَدَرٍ أَوْ صُورةٍ أَو شَيطانٍ / Taş, çamur, bir görüntü veya bir şeytandan ibaret her türlü mabut”.[67]

Burada ilim erbabı; Tâgût kelimesine “Allah dışında ibadet edilen her şey” gibi bir anlamı takdir ederek Tâgût’un manasını sınırlandırmakta ve sadece mabut yönünü yansıtmakta ve ibadete indirgemektedirler. Tâgût kelimesine yüklenilen en geniş anlam “Allah dışında ibadet edilen her şey” olduğunun söylenmesi mümkündür. Aynı şekilde, belki de, bu ifadeyi “Allah dışında itaat edilen her sistem” şeklinde anlaşılmasının önünde bir engel görünmemektedir. O zaman akla şu soru gelmektedir: Acaba Tâgût kelimesinin hangi anlamı bu ifadeye dahil olmaz? Buna kısaca şöyle cevap verilmesi mümkündür: Allah’a ibadet ve itaat, mahlukatın yaratılmasıyla başlamasına rağmen, Tâgût’un varlığı; yaratılıştan önce, Allah’ın mutlak varlığındaki mutlak yokluğunun kabulüdür.        

2.5.   Kâ’b b. Eşref/ Huyey b. Ahtab

Müfessirlerin aktardığı görüşler arasında el-Bakara 2/256-257. âyetlerde geçen Tâgût kelimesiyle Kâ’b b. Eşref (ö. 3/624) veya Huyey b. Ahtab’in kastedildiğini görmekteyiz.[68]  

Burada benimsenen bu anlama – ki benzer anlamları en-Nisâ 4/60. âyetinde de görmek mümkündür – katılmamız mümkün değildir. Çünkü açıkça bilindiği gibi[69] Kâ’b b. Eşref veya Huyey b. Ahtab’tan önce de Tâgût vardı. Onlar öldükten sonra da Tâgût var olmaya devam etmiştir. Bu âyetlerde ne Kâ’b b. Eşref, ne Huyey b. Ahtab ve ne de bunların niteliklerini kıyamete kadar taşıyacak kişiler Tâgût olarak görünmemelidir. Ancak bunların temsil ettikleri/sığındıkları hukuk Tâgût’tun bir parçası olarak yorumlanabilir.         

2.6.   İnsanı Azdıran Her Şey/Herkes

Sa’lebî (ö. 427/1035), el-Bakara 2/256. âyette geçen Tâgût kelimesiyle alakalı “Ehl-i Meânî”den aktarmada bulunarak “كل ما يطغي الإنسان /insanı azdıran her şey” anlamını vermektedir.[70] Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) yorumuna göre Tâgût kelimesi “insanı Allah’tan alıkoyan herkes” için kullanılması mümkündür.[71] Beyzâvî (ö. 685/1286) de Tâgût kelimesine benzer bir anlam takdir etmektedir.[72] 

Taberî gibi bazı önemli müfessirler en-Nisâ 4/51. âyetin yorumunda Tâgût kelimesinin sahip olduğu anlamlar üzerinde durmaktadırlar. İbn-i Abbas’a (ö. 68/687-88) atfedilen bir rivâyete göre Tâgût kelimesi “أنه اسم للذين يكونون بين يدي الأصنام يعبرون عنها ليضلوا الناس /İnsanları saptırmak için güya putlara tercümanlık yapan kişilere verilen bir isimdir” anlamında kullanılmıştır.[73]  

Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) aktardığı bir rivâyete göre ise; Müslümanlardan bir adamın, münafık bir adam üzerinde hakkı vardı. Bunun üzerine münafık onu, İslam öncesi insanlar tarafından hakemleştikleri bir puta başvurmalarını istedi. Bu putun yanında, puta tercümanlık yapan bir adam vardır. İşte âyetteki Tâgût’tan kasıt tercümanlık yapan bu adamdır.[74]

Kanaatimizce insanı azdıran şey Tâgût değildir, örneğin şeytandır veya benzer canlı/cansız varlıklardır. Tâgût; ilahi olmayan bir ortam, bir sistem, bir iklimdir. Burada Tâgût’a atfedilen örnekler ise bu ortamda gelişen olay, olgu ve faillerdir.

2.7.   Nefs

Sa’lebî’nin “Ehl-i İşaret”ten aktardığı diğer bir rivâyete göre el-Bakara 2/256. âyette geçen Tâgût kelimesi nefs anlamında kullanılmıştır.[75]

Sa’lebî’nin aktardığı bu görüş şahıs bazında düşünülmesi mümkün olsa da toplumda geçerliliğinin varsayılması mümkün gözükmemektedir.    

2.8.   İnatçı ve Asi

Mâverdî’nin (ö. 450/1058) aktardığı yedi görüşten birinde Bakara 2/256. âyette geçen Tâgût kelimesinin “مَرَدَة الإنس والجن /insan ve cinlerden inatçı ve asi olanlar” anlamına geldiği belirtilmektedir.[76]  

Mâverdî’nin aktardığı bu görüş bizim kabulümüze göre eksik kalmaktadır. Nitekim inatçı-asi insan ve cinlerin Tâgût sayılması bir furuat mesabesindedir, bu kavramın tamamını yansıtmamaktadır. Çünkü Tâgût, insan ve cini inatçı-asi kılan, mülhim fücüratın oluşturduğu bir dürtü, düşünce ortamıdır. Bu ortam aynı zamanda Hz. Âdem’e secde etme emrine[77] riâyet etmeyen İblis’e şeytani vasıf kazandıran ğay ortamıdır ki bu da fıtridir.[78] 

2.9.   Mümin Olmayan Kişi

Mâtürîdî (ö. 333/944) en-Nisâ 4/60. âyetin yorumunda Tâgût kelimesininkâfir anlamına da gelebileceğini vurgulamaktadır.[79]

Mâtürîdî’nin takdir ettiği bu anlam, Tâgût’un somut boyutunu yansıtan sadece bir olgudan ibarettir. Ayrıca belirtmek gerekir ki Tâgût’luk sadece kâfirden değil mümin olan bir kişiden de tezahür edebilir. Buna örnek olarak Kur’ân’ın geçmiş mümin milletlerden haber veren âyetlerini delil olarak gösterebiliriz. et-Tevbe 9/30. âyetinde, birer mümin olarak Yahudilerin Üzeyir’e, Hristiyanların da Hz. İsa’ya “Allah’ın oğlu” yakıştırmalarını örnek olarak verebiliriz.[80]  

2.10.   Batıl Olan Şeyler

Muînüddin Îcî (ö. 905/1500), en-Nisâ 4/60. âyetini yorumlarken âyette geçen Tâgût kelimesine farklı bir anlam takdir etmektedir. Ona göre âyetteki bu kelime “الطاغوت ههنا ما سوى كتاب الله وسنة رسوله من الباطل / Buradaki Tâgût, Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünnetinin haricinde batıl olan her şeydir.” anlamındadır.[81]  

en-Nisâ 4/60. âyetten çıkarılması gereken mana Tâgût’un hukuk alanındaki zuhuratı olmalıdır. Îcî’nin bu yorumu Tâgût’un geçtiği diğer âyetlerdeki hayatın diğer dönemlerindeki boyutunu yansıtamamaktadır. Ayrıca Îcî; Tâgût’u tarif ederken, onun etkin olduğu döneminin tamamını değil sadece Hz. Muhammed’in risalet dönemini vurgulamaktadır. Hâlbuki Hz. Muhammed’den önce de Tâgût’luk vardı ve ona karşı mücadele verilmişti.  

2.11.   Allah’ın Dışında Olan Her Şey

Râzî gibi bazı müfessirler en-Nisâ 4/76. âyetin yorumunda Tâgût kelimesinin “كل ما سوى الله طاغوت /Allah’ın dışında olan her şey Tâgût’tur” anlamında olduğunu dile getirmektedirler.[82]

en-Nisâ 4/71-76. âyetlerde Tâgûtî bir ortamda/sistemde insanlığın içine düştüğü olumsuz bir durum ve onunla mücadelenin gereği anlatılmaktadır. Fakat Râzî’nin genel olarak belirttiği manayı ilgili âyetlerden çıkarmak zordur. Nitekim onun yorumuna göre; Allah’ın dışında olan insanoğlu da dahil bütün varlık Tâgût’tur.       

2.12.   Ehbâr

Bazı müfessirler el-Mâide 5/60. âyette geçen Tâgût kelimesinin “الأحبار /haham, Yahudi ve Hristiyanların büyük din adamı” anlamında olabileceğini vurgulamaktadırlar.[83]  

Âyetin yer aldığı bağlam dikkatlice incelendiğinde din adamlarının görevlerini laikiyle yapmadıklarından, haram ve helal konusunda toplumu uyarmadıklarından dolayı bunun doğurduğu sonuçlardan; insanların maymun ve domuz sıfatına bürünecekleri ve Tâgût’a kulluk edeceklerinin anlatıldığı görülecektir. Dolayısıyla âyette geçen Tâgût kelimesine “الأحبار /haham, Yahudi ve Hristiyanların büyük din adamı” gibi bir anlamının takdir edilmesi bizce makbul değildir.     

2.13.   Dünya 

Tüsterî (ö. 283/896) ve Ettafeyyiş (ö. 1332/1914), ez-Zümer 39/17. âyetin yorumunda Tâgût kelimesinin “dünya” anlamında kullanıldığını ileri sürmektedirler: Tâgût dünyadır. Onun aslı cehalet, dalları ise yiyecek ve içeceklerdir. Onun süsü övünme, meyvesi isyan, ölçüsü merhametsizlik ve ceza olan bir dünyadır.[84]

Belirtmek gerekir ki dünyanın üç veçhesi vardır. Biri yaratana bakar. Onun güzelliğinin sanatını bize anlatır. İkincisi cenneti hatırlatır ve ona götürür. Üçüncü veçhi de cehenneme davet eder. Tüsterî ve Ettafeyyiş yorumlarında bize dünyanın bu üçüncü veçhini Tâgût olarak adlandırmaktadır. Onların bu tespitleri; Tâgût’un dünya olduğunu değil, onun dünyada da olduğunu gösterir. Nitekim Tâgût; Peygamber efendimizin geldiği Cahiliye dönemi ve hatta bütün peygamberlerin geldiği dönemlerdeki toplumların kulluk ettikleri vahyin nüfuz etmediği ortamın tamamıdır.[85] Dünyanın diğer iki veçhine rağmen onun Tâgût olduğunu göstermez. Nitekim dünya Hz. Âdem’in tövbesinin kabulünün karşılığıdır.

Araştırmamızın neticesinde incelenen tefsirlerde Tâgût kelimesine toplam on üç farklı anlam verildiğini tespit ettik. Bu kaynaklarda bazı ilim adamlarınca Tâgût kelimesinin açıklanmaya ve yorumlanmaya çalışıldığında, Kur’ân’da zikredilen birtakım olumsuz fiil veya faillerin üzerinden hareket edildiğini ve bunların Tâgût olarak kabul edildiğini görmekteyiz. Bununla beraber belirtmek gerekir ki kimi ilim adamları da Tâgût kelimesinin bazı ilim adamlarınca dile getirilen görüşlerin hepsini kapsar mahiyette olduğunu ve öyle yorumlanması gerektiğini[86] düşünmektedirler:   

Taberî en-Nisâ 4/51. âyeti yorumlarken Tâgût kelimesinin hangi anlamlara gelebileceğini içeren rivâyetleri ayrıntılı bir şekilde ele aldıktan sonra aşağıdaki yorumuyla kendine göre en doğru olanını şöyle belirtmektedir:

{يُؤْمِنُونَ بالجبْتِ وَالطّاغُوتِ} ifadesinde geçen bu iki kelimenin yorumunda söylenecek isabetli görüş şudur: âyette geçen Cibt ve Tâgût Allah’ın dışında ibadet için tazim edilen veya kendisine ihtiram edilen her türlü saygınlığı ifade etmek için kullanılan iki isimdir. Bunlar taştan yapılan putlar da olabilir, insan da olabilir, şeytan da olabilir. Bu itibarla bu iki kelime, yukarıda zikredilen görüşlerin hepsini kapsar mahiyettedir. Madem durum böyledir o zaman Cahiliye döneminde kendisine tapınılan putlar birer Cibt ve Tâgût’tur. Aynı şey, kâfirlerin Allah’a isyan konusunda kendilerine boyun eğdikleri şeytanlar da böyledir. Aynı şey, … büyücü ve kâhinler için de geçerlidir. Aynı şey, Kâ’b b. Eşref ve Huyey b. Ahtab için de geçerlidir. Çünkü Yahudiler, Allah’a isyan etme, O’nu ve Resul’ünü inkâr etme konusunda bu ikisinin inançlarına uydular, bu yüzden Kâ’b b. Eşref ve Huyey b. Ahtab Cibt ve Tâgût oldular.[87]

Fahreddin er-Râzî en-Nisâ 4/51. âyeti yorumlarken birçok görüşe yer verdikten sonra aşağıdaki açıklaması dikkat çekmektedir:

Râzî Tâgût’la alakalı pek çok görüşün olduğunu vurgulayarak farklı bir boyuta odaklanılması gerektiğini vurgulamaktadır. Ona göre Cibt ve Tâgût kelimelerine verilen anlamlar örnek mesabesindedir. Râzî’ye göre Cibt ve Tâgût’un içerdiği esas anlam; şer ve fesat hususunda doruk noktaya ulaşmış herkese/her şeye verilen birer isimdir.[88]      

Ebû Hayyân (ö. 745/1344) el-Bakara 2/256. âyeti yorumlarken; kendinden önceki ilim adamlarının Tâgût kelimesine takdir ettikleri manalara değindikten sonra “ويَنْبَغي أنْ تَجْعَل هذه الأقوالَ كلَّها تمثيلاً، لأنَّ الطاغوتَ مَحْصورٌ في كلِّ واحدٍ منها” ifadesiyle bütün bu görüşlerin temsili olarak algılanması gerektiğini dile getirmektedir. Nitekim ona göre Tâgût; Tâgût olarak verilen anlamların her biri ile sınırlı kalmaktadır. Ayrıca Âlûsî’nin (ö. 1270/1854) de Tâgût kavramı konusunda Ebû Hayyân gibi benzer açıklamada bulunduğunu görüyoruz.[89]   

Müfessirlerin bu yorumları takdire şayandır. Fakat onların Cibt ve Tâgût’a takdir ettikleri anlamlar, Kur’ân’ın Cibt ve Tâgût’a örnekler üzerinden atfettiği mananın sadece somut ve zahir boyutunu temsil etmektedir. Müfessirlerin verdikleri anlamlarda, müsebbip ve müsebbepler üzerinde durulmakta; müsebbipler birer Cibt ve Tâgût olarak takdim edilmektedir. Oysaki dile getirilen bu müsebbipler Tâgûtî ortamlarda yetişmiş ve zuhur etmiş birer olgulardır. Ayrıca verilen örneklerin bazıları da fâni ve çelişkilidir. Şöyle ki, ileri sürülen görüşler doğru ve kâfi görülmesi, geçişlilik kuralı (A=B, B=C. O zaman A=C) açısından sorun arz etmektedir. Mesela; bir görüşe göre dünya Tâgût’tur, diğer bir görüşe göre ise şeytan Tâgût’tur. Öyleyse dünya şeytan demektir. Bu da herhalde akl-ı selimin kabul edemeyeceği bir sonuçtur. Hâlbuki Kur’ân’daki ifadeye göre Tâgût; hayatın çeşitli safhalarında ve dönemlerinde inkâr edilmesi ve devamlı içtinap edilmesi gereken bir yol, düzen ve inanç ortamıdır.[90]     

Tefsirlerde Tâgût kelimesinin hangi kökten iştikak ettiği ve tam olarak hangi anlamda kullanıldığı tartışılmıştır. Bununla beraber, Tâgût kelimesinin iştikakıyla alakalı olarak Ebû Hayyân, Tâgût kelimesinin “الغي /el-ğay” kelimesiyle ilintili olduğunu vurgulamaktadır.[91] Benzer görüşü Halebî (ö. 756/1355) ve İbn Âdil’in (VIII./XIV. yüzyıl) tefsirlerinde de görmek mümkündür.[92] İlgili müfessirlerin ileri sürdükleri bu görüş özellikle el-Bakara 2/256. âyeti bağlamında düşünüldüğü zaman bir haklılık payının ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Nitekim aynı âyet içinde hem “الغي /el-ğay” hem de Tâgût kelimesine yer verilmiştir.        

İlk dönem müfessirler Tâgût kelimesini yorumlarken ona rahatlıkla “Kâ’b b. Eşref, kâhin veya şeytan”dır diyebilmişlerdir. Örneğin; bazı müfessirler en-Nisâ 4/76. âyet ve el-Mâide 5/60. âyeti[93] yorumlarken Tâgût kelimesine “şeytan, şeytana itaat” şeklinde mana verdiklerini görmekteyiz. Fakat son dönemdeki müfessirler bu tür yorumlardan kaçınmışlardır. Son dönem müfessirleri ilgili kelimeyi yorumlarken, daha çok akıl ve mantık çerçevesinde yorumlamayı yeğlediklerini söylememiz mümkündür.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Tâgût kelimesi Kur’ân’da toplam sekiz defa geçmektedir. Çalışmamızın bu son aşamasında Tâgût kelimesinin geçtiği yerleri, sûrelerin nüzûl tertibini de dikkate alarak, kısaca tahlil etmek istiyoruz:

Mekke’de nazil olan ez-Zümer ve en-Nahl Sûrelerinde geçen Tâgût kavramının bariz bir şekilde bir düzen, bir sistem olduğu anlaşılmaktadır:

Mekke döneminin ortalarında nazil olan Zümer Sûresi’nin ilk âyetleri (1-26) tevhidin öneminden bahsetmektedir.[94] Bu âyetlerin bağlamlarından da anlaşılacağı gibi, bu dönemde tevhidin zayıf olduğu görülmektedir. Bu âyetler (10-21) bağlamında müminlerin tabi olmaları gerektiği belli esaslar ve sonuçları dile getirilirmiştir. Bu esaslar Cahiliye dönemindeki düzene ve ortama karşı konulmuş ve bu ortam Tâgût olarak adlandırılmıştır. 17. âyette bu Tâgûtî düzene ve ortama ubudiyetten içtinap edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla 17. âyette geçen “اَنْ يَعْبُدُوهَا” ifadesi somut/soyut bir varlığa ibadet etmekle beraber, belki de kişinin içinde bulunduğu mevcut Tâgûtî düzene boyun eğmesi şeklinde de yorumlanması mümkündür. Nitekim Tâgût kelimesinin yer aldığı bağlamda Cahiliye döneminde hâkim olan inanç ve düzenden söz edilmektedir. Bundan hareketle Tâgût kelimesi bir nevi bu ortamı özetler niteliğinde bir isimdir.            

Hicretten kısa bir süre önce Mekke’de nazil olan Nahl[95] Sûresi’nin temel konuları şunlardır: şirkin keyfiyeti ve kınanması, kıyamet ve dolayısıyla hesabın hak olduğu ve Kur’ân vahyinin gerçekliğidir. Sûrenin giriş kısmında Allah’ın birliğine ve sadece O’na boyun eğilmesi gerekliliğine değinilip, muhatabın bunları idrak edebilmesi için tabiatın mükemmel işleyişine dikkat çekilerek Tâgûtî dalaletlerin boyutları açığa çıkarılmaktadır. Nüzûl dönemindeki müminleri teselli etmek için hak-batıl mücadelesinin geçmiş topluluklarda da yaşandığı dile getirilmektedir. İşte bu bağlamda Tâgûtî bir ortamdan söz edilmekte ve geçmişte de vahiy dışı böyle düzenlerin var olduğu hatırlatıldıktan sonra buna benzer ortamların cümlesi Tâgût olarak adlandırılmaktadır. Dolayısıyla Nahl Sûresi’nde söz edilen ve geçmişte vuku bulmuş olan Tâgûtî ortam, Zümer Sûresi’nde dile getirilen Mekke dönemindeki Tâgûtî ortam ile aynıdır, diyebiliriz.

Yukarıda ele aldığımız ez-Zümer ve en-Nahl Sûreleri belirttiğimiz gibi Mekke’de inmiştir. Bu sûrelerde geçen Tâgût kavramı, tapınılacak bir varlık olmaktan ziyade, vahyin dışında kalan ortam ve düzene işaret etmektedir, diyebiliriz. 

Hem nüzûl hem de Mushaf sırasına göre olan el-Bakara, en-Nisâ ve el-Mâide Sûrelerinde aşağıda ele alacağımız Tâgût kavramının yer aldığı bağlama binaen şu anlamlarda geçtiğini söylememiz mümkündür:           

Bakara Sûresi’nin ilk âyetleri Medine döneminde inmeye başlamış ve on yıla yakın bir süreçte nüzûlü tamamlanmıştır. Bakara Sûresi içerisinde ele alınan konuların farklılığı ve çeşitliliği ile dikkatlerden kaçmamaktadır. Sûrenin sahip olduğu üç ana temasından birisi de tevhit inancıdır.[96] Bu temanın esası Âyetü’l-kürsî ile en açık bir şekilde yer almaktadır. Bunun hemen akabinde (256-257) Tâgût’tan söz edilmektedir. 256. âyette sağlam bir imanın (عُرْوَة الْوُثْقٰى) şartı olarak; ilk önce Tâgût’un tekfir edilmesi ve ardından da Allah’a inancın gerekliliği geçmektedir. Nitekim âyetin baş kısmında da artık doğru (رُّشْد) eğriden (الْغَيّۚ) iyice ayrılmıştır denilerek iki farklı zıt yoldan bahsedilmektedir.[97] 257. âyette ise doğru ve eğri yolun sonucu zulmet ve nurdan oluşan iki farklı ortamdan bahsedilmektedir. Tâgût kelimesinin geçtiği bu iki âyette de somut/soyut tapınılan bir varlıktan ziyade zulmet ve nur ortamından söz edilmektedir. Nur ortamı vahiy donanımlı, zulmet ortamı ise Tâgûtî donanımlıdır. Bu zulmet ortamı mutlak yokluktaki yokun varlığıdır, esfel-i sâfilînlikle tezyin edilmiştir.

Risâletin Medine’deki döneminin ortalarında (tahminen 5/626-27) nazil olan Nisâ Sûresi’nin bir giriş ve üç ana başlıktan oluştuğunu söylememiz mümkündür.[98] Tâgût kelimesinin üç defa geçtiği ikinci ana başlıkta (44-126) müşrik, münafık ve Ehl-i kitabın müminlere karşı tutumları ele alınmaktadır:

Uhud Savaşı’nın ardından Medine’den bir grup Yahudi Mekke’ye gelir. Mekkeliler hem kendi din ve geleneklerini hem de Hz. Muhammed’in getirdiği dini onlara anlatarak kimin daha doğru yolda olduğunu sorarlar. Yahudiler bunu bir fırsat bilerek Mekkelileri övmüş, Hz. Muhammed’in ise yanlış yolda olduğunu dile getirmişlerdir. Cereyan eden bu olayı 51. âyet ve devamı dile getirmektedir.[99] Bu âyetler grubundan da anlaşıldığı üzere iki farklı yoldan söz edilmektedir: biri Allah’ın belirlediği hak yoldur, diğeri ise bu hak yolun dışında kalan yollardır ki bunların cümlesi Tâgût olarak zikredilmektedir. Bu âyetler grubunda da tapınılacak bir mabuttan değil tabi olunması gereken ve uzak durulması icap eden iki farklı yoldan söz edilmektedir. Âyetler grubunun sonunda da (59. âyet) müminlerin herhangi bir anlaşmazlığa düştüklerinde nizalarını Allah ve resulüne götürmek kaydıyla hak yola (rüşd) tabi olunmaları istenmektedir.       

Müminlerin Medine’deki ikametiyle birlikte münafıklığın ortaya çıktığı görülmektedir. Tâgût kelimesinin geçtiği 60.-70. âyetler grubunda, 59. âyetteki emrin mucibi gereğince kimlerin davranmadığı, bunların vasıfları ve bu davranışların doğurduğu sonuçlar ele alınmaktadır. Hayatın her safhasında zuhuratına müşahit olunan Tâgût’un bu âyetlerde de Medine döneminde yaşanılan hayatın yargı alanı üzerinden (60. ve 70. âyetler) örnek verilmektedir. 60. âyette iki kişinin anlaşmazlığa düştüğü sorunun çözümü için Allah’ı ve Peygamber’i yeterli görülmeyip farklı bir merciinin tercih edilişinden bahsedilmektedir. Âyette zikri geçen farklı merciinin kim/ne olduğu hakkında kaynaklarda farklı görüşler yer almaktadır.[100] Âyetle ilgili rivâyetlerde yer alan merciinin kim/ne olursa olsun, hakiki manada Tâgût’un kendisi olmadığını, bilakis bir örnek olarak geçtiğini söylememiz gerekir. Nitekim eğer âyette geçen Tâgût’tan kasıt örneğin Kâ’b b. Eşref, Huyey b. Ahtab veya başka birisi veya herhangi bir nesnel varlık olsaydı[101] ilgili kişilerin/varlıkların artık yok olduklarına göre Tâgût’un da yok olması gerekirdi. Hâlbuki Kur’ân’daki ifadelere göre Tâgût devamlı tekfir edilmesi gereken farazi bir varlıktır.[102]

71-76. âyetlerde Tâgût’a inananların hayatlarının başka bir safhası olan müminlerle savaş konusu ele alınmaktadır. Hemen şunu belirtelim ki Tâgûtî ortam, tağâ ve tuğyân dolu bir ortamdır. Bu ortamın insanlığı içine sürüklediği savaş, savaş psikolojisi ve sebepleri bu âyetler grubunda zikredilmektedir. Her ne kadar 76. âyette geçen Tâgût kelimesine şeytan[103] veya kâhin[104] gibi anlamlar[105] verilmiş olsa da bunların bir kısmı fâni olan birer maddî ve mânevî önderlerdir, Tâgût’tandırlar ama Tâgût değildirler.  

Medine döneminin sonlarında nazil olan Mâide Sûresi’nin içeriğini beş bölümde ele almak mümkündür.[106] Sûrenin üçüncü bölümünü teşkil eden 12-86. âyetlerde büyük ölçüde Yahudi ve Hristiyanlardan söz edilmektedir:

57-66. âyetlerde Ehl-i kitabın müminlerin ibadetine olan laubaliliği, kıskançlığı, düşmanlıkları, ikiyüzlülükleri, Ehl-i kitap’tan olan din adamlarının görevlerini ifa etmemeleri, birtakım nitelemelerle Allah’ı suçlamaları gibi bazı davranış ve tutumlarının yer aldığı ortam kınanarak dile getirilmektedir. Ehl-i kitap’tan (ve özellikle Yahudilerden) söz eden 57-66. âyetlerde Tâgût kelimesinin (60) geçtiğini görmekteyiz. Bu âyetler grubunda Tâgût kelimesinin anlamı bir nevi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Nitekim ilgili âyetlerde Allah’ın vazettiği hükümlerin dışında kalan bir ortamdan söz edilmektedir. Dolayısıyla her ne kadar 60. âyette geçen Tâgût kelimesine şeytan, put, kâhin gibi anlamlar atfedilmekteyse de[107] ilgili yorumların Tâgût kelimesinin anlamını yansıtmakta eksik kaldığını söylememiz mümkündür. Tâgût kelimesini bu açıdan düşündüğümüzde Seyyid Kutub’un âyetle ilgili genel manalı ve kapsayıcı yorumu kayda değerdir.[108]

Ele aldığımız Tâgût kelimesi Kur’ân’da geçtiği bağlamlar ve geçirdiği evreler göz önüne alındığında onun asla müşahhas veya mücerret bir varlık olmadığı görülecektir. Nitekim Tâgût kelimesinin özellikle Mekkî sûrelerde ve bilhassa Medine döneminin ilk yıllarında savunduğumuz anlamı açıkça ortaya çıkmaktadır. Medine döneminin sonuna doğru ilgili âyetlerde geçen Tâgût kelimesi, yine belli bir ortam ve düzeni tanımlamasına rağmen, ilgili âyetlerin nüzûl sebebine bağlı kalarak bazı müşahhas misaller üzerinden hareketle Tâgût’un; şeytan, put veya başka bir şey/birisi olduğu düşünülmüştür. Gerek Tâgût kelimesinin geçtiği âyetler bağlamında ve gerekse bizim postulatımıza göre fıtrî farazi bir kavram olduğu, bu fıtratın tarihçesinin “kün” emriyle başladığı kanaatindeyiz.        

Tâgût’la ilgili yapılan çalışmalar ve açıklamalar dikkatlice incelendiğinde; araştırmacıların Kur’ân’da geçen Tâgût kelimesinin zikredilmesindeki sadece müşahhas sebepleri üzerinden onun ne olduğunu/olabileceğini tespit etmeye çalıştıkları görülecektir. İlgili çalışmalarda Tâgût ile ilgili âyetlerin genelde somut boyutlarına odaklanıldığını, fakat soyut boyutunun ihmal edildiğini de ayrıca belirtmemiz gerekir. Dolayısıyla mevcut çalışmalarda Tâgût’un ne/kim olduğunu ortaya koyan tariflerde; “efrâdını câmi ağyârını mâni” niteliğine sahip bir betimleme yer almadığı görülmüştür. Yine bununla beraber Tâgût’un ne/kim olduğu ortaya konulmaya çalışılırken, Tâgût’u tarif etmekten ziyade Tâgûtî ortamlardan neşet etmiş olgular ve oluşumların Tâgût olarak adlandırıldıkları söylenebilir.    

Sonuç

İncelediğimiz çalışmalarda Tâgût’la ilgili yer alan açıklamalar doğru ve isabetli olmakla beraber bazı noktalarda eksikliklerin bulunduğunu düşünmekteyiz. Çünkü bazı araştırmacılar, Tâgûtî ortamda neşet eden kimi aktörlerin Tâgût’un kendisi olduğundan söz etmektedir. Bazıları ise Tâgût’un; Kur’ân’da sekiz farklı âyette tasvir edilen hayatın sekiz farklı boyutundan sadece bir/birkaç yönünü Tâgût olarak algılamışlardır. Araştırmamıza göre Kur’ânî bir kavram olan Tâgût kelimesi özel bir isimdir. Anlamı; mutlak yokluktan mutlak varlığa kadar geçen tarihi süreçlerde, âyetlerde çeşitli örnekler eşliğinde tarif edilmiştir. Tâgût, Allah’ın mutlak varlığındaki mutlak yokluğa götüren bir kavramdır.


[1]     et-Tegābün 64/8.

[2]     en-Nûr 24/35.

[3]     Yûsuf 12/2.

[4]     er-Rad 13/37; Tâhâ 20/113; Fussilet 41/3; ez-Zuhruf 43/3.

[5]     Buna örnek olarak Âd, Semûd ve Lût kavminin başlarından geçenleri dile getiren âyetler misal olarak verilebilir.   

[6]     el-Bakara 2/30.

[7]     Mütercimlerin yorumu hakkında bk. el-Bakara 2/30. Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, çev. Hayrettin Karaman vd., (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2014).

[8]     Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-beyân, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî (Kahire: Dâru’l-Hıcr, 2001), 1/460; Ebü’l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân b. Alî b. Muhammed el-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ilmi’t-tefsîr (Beyrut: Mektebetü’l-İslâmî, 1984), 1/59; Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, çev. Hayrettin Karaman vd., Mütercimlerin yorumu hakkında bk. el-Bakara 2/30.   

[9]    İsmail Yakıt, Kurân’ı Anlamak (İstanbul: Ötüken Yayınları, 2003), 67-70.   

[10]   el-Bakara 2/31-32. 

[11]   el-Bakara 2/30-39.

[12]   İsmail Parlatır vd., Türkçe Sözlük (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınevi, 1998), “Postulat”, 2/1820. 

[13]   el-Bakara 2/256.

[14]   Şeyhmus Nebati̇, Kur’an’da Tağut Kavramı (İstanbul: İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2016), 33-80, 122; Hekim Tay, “Kur’an’da ‘Tâğût’ Kavrami”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 27/2 (Temmuz 2017), 215; Mustafa Cora, “Şeytanî Güç Sembolü Tâğut ve İfade Ettikleri”, İslâmî Araştırmalar Dergisi 29/3 (Aralık 2018), 533; İshak Doğan, Modern Dönemde Anlam Genişlemesine Uğrayan Kur’an’daki̇ Si̇yasî Kavramlar (Tağut – Şûra – Mustaz’af – Cahi̇li̇yye) (Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2020), 38-98, 248-252; Abdullah Özüçalışır, “Kur’an’da Tâgût”, Genç Mütefekkirler Dergisi 2/2 (Aralık 2021), 201.

[15]   İlgili düşünürlerin fikirlerini şu şekilde özetlenmesi mümkündür: Tâgût kavramının siyasi boyutu ön planda tutularak onun ‘İslam dışı bir rejim, siyasi sistem’ olduğu ileri sürülmüştür. Bununla beraber söz konusu düşünürler arasında sadece Seyyid Kutub’un tanımının bizim savunduğumuz tanıma oldukça yaklaşmıştır. Fakat yaptığı tanımı sadece siyasî açıdan ele aldığı için kapsam olarak sınırlı kalmaktadır.

[16]   el-Bakara 2/256, 257; en-Nisâ 4/51, 60, 76; el-Mâide 5/60; en-Nahl 16/36; ez-Zümer 39/17. 

[17]   Abraham Geiger, Judaism and Islam (Madras: M.D.C.S.P.C.K. Press, 1898), “Taghut”, 40.

[18]   Arthur Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’an (Leiden: Brill Yayınları, 2007), “Taghut”, 203.   

[19]   Friedrich Wilhelm Gesenius, Hebrew and Chaldee Lexicon to the Old Testament (Michigan: Baker Books Yayınları, 1996), “ta-a”, 323. Ayrıca bk.: Haim Schachter, The New Universal Hebrew English Dictionary (Tel Aviv: Yavneh Publishing House, 1962), “ta-a”, 1/281; Ernest Klein, A Comprehensive Etymological Dictionary of the Hebrew Language for Readers of Englısh (Kudüs: Carta Yayınları, 1987), “ta-a”, 247. 

[20]   İbrâhîm 14/4, en-Nahl 16/36.

[21]   Bazı lügat sahipleri ise bu iki kökü farklı görmüşler ve sözlüklerinde ayrı ayrı maddelerde ele almışlardır: Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcü’l-arûs min cevâhiri’l-kâmûs (Kuveyt: et-Türâsü’l-Arabî, 2001), “tgy”, 38/492-494.    

[22]   Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî, Kitâbü’l-ayn muratteben alâ hurûfi’l-mu’cem (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2003), “tgy”, 4/435. Ayrıca bk.: Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen İbn Düreyd, Cemheretü’l-luga (Beyrut: Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, 1987), “tgy”, 2/919; Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed el-Ezherî, Tehzîbü’l-luga (Mısır: Dâru’l-Mısriyye, 1964), “tgy”, 8/167; Ebü’l-Hüseyn Ahmed b. Zekeriyyâ İbn Fâris, Mu’cemü mekâyîsi’l-luga (Beyrut. Dâru’l-Fikr, 1979), “tgy”, 3/412; Ebü’l-Hasen Alî b. İsmâîl el-Mürsî İbn Sîde, el-Muhkem ve’l-muhîtu’l-a’zam, thk. Abdu’l-Hamid Hinravi (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000), “tgy”, 6/8; Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab (Beyrut: Dâru Sâdır, 1414), “tgy”, 15/7; Ahmed b. Muhammed b. Alî el-Feyyûmî, el-Misbâhu’l-münîr (Beyrut: Lübnan Yayınları, 1987), “tgy”, 142; Muhammed b. Ya‘kûb el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-muhît (Beyrut: Risale Yayınları, 2005), “tgy”, 1307; Zebîdî, “tgy”, 38/492.                                              

[23]   Halîl b. Ahmed, “tgy”, 4/435. Ayrıca bk.: İbn Düreyd, “tgy”, 2/919; Ezherî, “tgy”, 8/168; Ebü’l-Kâsım İsmâîl Sâhib b. Abbâd, el-Muhît fî’l-luga (Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1994), “tgy”, 5/112; Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî, Esâsü’l-belâga, thk. Muhammed Bâsil Uyûn es-Sûd (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1998), “tgy”, 1/606; İbn Manzûr, “tgy”, 15/9; Fîrûzâbâdî, “tgy”, 1307; Zebîdî, “tgy”, 38/492.                                         

[24]   İbn Düreyd, “tgy”, 2/919. Ayrıca bk.: İbn Fâris, “tgy”, 3/412; İbn Manzûr, “tgy”, 15/8; Fîrûzâbâdî, “tgy”, 1307; Zebîdî, “tgy”, 38/492.                           

[25]   Halîl b. Ahmed, “tgy”, 4/436. Ayrıca bk.: Ezherî, “tgy”, 8/167; İbn Manzûr, “tgy”, 15/8; Zebîdî, “tgy”, 38/492.               

[26]   Halîl b. Ahmed, “tgy”, 4/435. Diğer bir görüşe göre ise söz konusu olan kelime hem tekil için hem de çoğul için kullanılabilmektedir, bk.: Ezherî, “tgy”, 8/168; İbn Sîde, “tgy”, 6/9.  

[27]   Ezherî, “tgy”, 8/168. Ayrıca bk.: İbn Manzûr, “tgy”, 15/9; Zebîdî, “tgy”, 38/496.                                    

[28]   Halîl b. Ahmed, 4/435. Ayrıca bk.: Sâhib b. Abbâd, 5/112; Fîrûzâbâdî, 1307; Zebîdî, “tgy”, 38/492. 

[29]   Halîl b. Ahmed, “tgy”, 4/436. 

[30]   Ezherî, “tgy”, 8/168. Ayrıca bk.: İbn Sîde, “tgy”, 6/9; İbn Manzûr, “tgy”, 15/9; Fîrûzâbâdî, “tgy”, 1307; Zebîdî, “tgy”, “tgy”, 38/496.                                                         

[31]   Ezherî, “tgy”, 8/168. Ayrıca bk.: İbn Manzûr, “tgy”, 15/9; Fîrûzâbâdî, “tgy”, 1307; Zebîdî, “tgy”, 38/495.                                                           

[32]   İbn Manzûr, “tgy”, 15/9. Ayrıca bk.: Zebîdî, “tgy”, 38/496.                                        

[33]   en-Nahl 16/36: “Ant olsun biz, her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının’ diye peygamber gönderdik. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.

[34]   Edward William Lane, An Arabic-English Lexicon (Beyrut: Librairie Du Liban Yayınları, 1968), “tgy”, 5/1856. Ayrıca bk.: Hans Wehr, A Dictionary of Modern Written Arabic (Wiesbaden: Otto Harrossowitz, 1971), “tgy”, 561; Cübrân Mes’ûd, er-Râid (Beyrut: Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, 1992), “tgy”, 522; Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük (İstanbul: Dağarcık Yayınları, 1995), “tgy”, 522.       

[35]   Tâhâ 20/24, 43, en-Nâziât 79/17, 37, el-Fecr 89/11. Lane, “tgy”, 5/1856. Ayrıca bk.: Wehr, “tgy”, 561; Louis Maluf, el-Müncid fi’l-lüğati ve’l-edebi ve’l-ulum (Beyrut: el-Matbaatu’l-Katulikiyye, 1956), “tgy”, 467; İbrahim Mustafa vd., el-Mu’cemu’l-vasît (Kahire: Mektebetü’ş-Şuruki’d-Devliyye, 2004), “tgy”, 2/558; Mes’ûd,  “tgy”, 522; İbrahim Medkûr, el-Mu’cemü’l-vecîz (Mısır: Talim ve Terbiye Bakanlığı Özel Baskı, 1994), “tgy”, 391; Mutçalı, “tgy”, 522.                        

[36]   Lane, “tgy”, 5/1856. 

[37]   Lane, “tgy”, 5/1856. Ayrıca bk.: Maluf, “tgy”, 467.  

[38]   Maluf, “tgy”, 467.      

[39]   Lane, “tgy”, 5/1857. Ayrıca bk.: Maluf, “tgy”, 467; Wehr, “tgy”, 561; Mustafa vd., “tgy”, 2/559; Mes’ûd, “tgy”, 522; Medkûr, “tgy”, 391; Mutçalı, “tgy”, 522.                                   

[40]   Lane, “tgy”, 5/1857. Ayrıca bk.: Mustafa vd., “tgy”, 2/558.    

[41]   Lane, “tgy”, 5/1857. Ayrıca bk.: Wehr, “tgy”, 561; Mutçalı, “tgy”, 522.  

[42]   Lane, “tgy”, 5/1857. Ayrıca bk.: Mustafa vd., “tgy”, 2/559; Medkûr, “tgy”, 391.                                     

[43]   Mustafa vd., “tgy”, 2/558.   

[44]   Mustafa vd., “tgy”, 2/559.        

[45]   Rağib İsfahânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân (Şam: Dâru’l-Kalem, 2009), “tgy”, 520. Ayrıca bk.: İbrahim Medkûr, Mu’cemü elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm (Kahire: el-İdaratü’l-Âmme li’l Mu’cemât ve İhya’it-Türâs, 1989), “tgy”, 2/709; ElSaid Badawi-Muhamad Abdel Haleem, Arabic-English Dictionary of Qur’anic Usage (Leyden: Brill Yayınevi, 2008), “tgy”, 565.     

[46]   İsfahânî, “tgy”, 520. Ayrıca bk.: Muhammed b. Ya’kûb el-Fîrûzâbâdî, Besâʾiru zevi’t-temyîz fî letâʾifi’l-kitâbi’l-ʿazîz, thk. Muḥammed ʿAlî en-Neccâr (Kahire: Lecnetu İhyâi’t-Turasi’l-İslâmî Yayınları, 1996), “tgy”, 3/508; Ahmet Muhtar Ömer, el-Mü’cemü’l-mevsûî lielfâzi’l-Kur’an’il-Kerîm ve kırâetühû (Riyad: Türâs Yayınevi, 2002), “tgy”, 293; John Penrice, A Dictionary and Glossary of the Koran (Londra: Adam Yayınları, 1873), “tgy”, 90; Medkûr, “tgy”, 2/709; Muhammed Bâsim Mîkâtî vd., el-Kutûf min lugati’l-Kur’ân: muʿcemu’l-elfâz ve’t-terâkîb el-lugaviyye mine’l-Kur’âni’l-Kerîm (Beyrut: Mektebetü Lübnan Nâşirûn Yayınları, 2007), “tgy”, 624; Badawi-Abdel Haleem, “tgy”, 566; Hasen el-Mustafavî, et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm (Kahire–Londra: Merkezu Neşr Asar el-Allâme el- Mustafavî, H. 1393), “tgy”, 7/95; Ebü’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed b. Yûsuf Semîn el-Halebî, Umdetü’l-huffâz fî tefsîri eşrefi’l-elfâz, thk. Muhammed Bâsil Uyûnu’s-Sûd (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1996), “tgy”, 2/406; Ahmed Ubeyd el-Kebîsî, Mevsûatü’l-kelime ve ahavatiha fi’l-Kur’ani’l-Kerîm (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 2017), “tgy”, 7/515; Hasîrîzâde Mehmed Ahmed Muhtâr Elîf Efendi, en-Nûrü’l-furkân fî şerhi lugati’l-Kur’ân (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2015), “tgy”, 2/47; Mehmet Okuyan, Çok Anlamlılık Bağlamında Kur’ân Sözlüğü (İstanbul: Düşün Yayınları, 2015), “tgy”, 528.        

[47]   “إِنَّا لَمَّا طَغَا ٱلْمَآءُ حَمَلْنَٰكُمْ فِى ٱلْجَارِيَةِ / Şüphesiz su taştığı vakit, sizi gemide biz taşıdık”

[48]   İsfahânî, “tgy”, 520. Ayrıca bk.: Fîrûzâbâdî, “tgy”, 3/508; Medkûr, “tgy”, 2/709; Mîkâtî vd., “tgy”, 625; Badawi-Abdel Haleem, “tgy”, 565; Mustafavî, “tgy”, 7/95; Kebîsî, “tgy”, 7/515.                         

[49]   Medkûr, “tgy”, 2/710.      

[50]   İsfahânî, “tgy”, 521. Ayrıca bk.: Ahmet Muhtar Ömer, “tgy”, 293; Penrice, “tgy”, 90; Medkûr, “tgy”, 2/709; Mîkâtî vd., “tgy”, 625; Badawi-Abdel Haleem, “tgy”, 565; Hüseyin b. Muhammed ed-Dâmegânî, Kâmûsü’l-Kur’ân (Beyrut: Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, 1983), “tgy”, 297; Mustafavî, “tgy”, 7/95.                                    

[51]   Jeffery, “tgy”, 202.  

[52]   Mustafavî, “tgy”, 7/96.                                   

[53]   en-Nahl 16/36.

[54]   Ebû Abdillâh Muhammed İbn İshâk, es-Sîretü’n-nebeviyye (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1424/2004), 1/63-64.

[55]   Ebü’l-Fidâ İmâdüddîn İsmâîl b. Ömer İbn Kesîr, es-Sîretü’n-nebeviyye, thk. Mustafa Abdülvahid (Kahire: Îsâ el-Bâbî el-Halebî, 1395/1976), 1/68.

[56]   Mukâtil b. Süleymân, et-Tefsîrü’l-kebîr (Beyrut: Müessesetü’t-Tarihi’l-Arabî, 2002), 1/214. Ayrıca bk.: Hûd b. Muhakkem el-Hevvârî, Tefsîru kitâbillâhi’l-azîz (Beyrut: Dâru’l-Garbi’l-İslâmiy Yayınları, 1990), 1/241; Taberî, Câmiu’l-beyân, 4/555.  

[57]   Hevvârî, Tefsîru kitâbillâhi’l-azîz, 1/389. Ayrıca bk.: Taberî, Câmiu’l-beyân, 7/136; Abdurrahmân b. Muhammed b. İdrîs er-Râzî İbn Ebû Hâtim, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm müsneden an rasûlillâhi ve’s-sahâbeti ve’t-tâbiîn (Riyad: Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, 1997), 3/976.

[58]   Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmiu li-ahkâmi’l-Kur’ân (Riyad: Daru Âlemü’l-Kütüb, 2003), 5/248. Ayrıca bk.: Muhammed b. Alî b. Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-kadîr, thk. Abdurrahman ‘Umayr (Dâru’l-Vefa, Beyrut 1994), 1/765.

[59]   Tâgût kavramını ele alan bir makalede ise “Bu kavram Kur’ân’da tâğutla beraber bir yerde (bk. en-Nisâ 4/51) ve bir kere geçer ve genellikle onunla aynı anlamı taşır/eş anlamlısıdır.” ifadeleriyle Cibt’tin Tâgût’la eş anlamlısı olduğu söylenir ki kanaatimizce bu yanlış bir yaklaşımdır, bk.: Cora, “Şeytanî Güç Sembolü Tâğut ve İfade Ettikleri”, 540.   

[60]   الطاغوت: الأصنام، والطواغيت من الجن والانس شياطينهم      

[61]   Ebû Ubeyde Ma’mer b. el-Müsennâ, Mecâzü’l-Kur’ân, thk. Muhammed Fuat Sezgin (Kahire: Hanci Yayınları, 1988), 1/79. Ayrıca bk.: Ebu Mansur el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân (Risale: Beyrut 2004), 1/216; Ebü’l-Hasen Alî b. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-uyûn (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.), 1/327. 

[62]   Ebû Ca’fer Muhammed b. el-Hasen et-Tûsî, et-Tibyân fî tefsîri’l-Kur’ân (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts.), 3/572. Ayrıca bk.: Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf (Riyad: Mektebetü’l-Ubeykân, 1998), 2/263; Ebû Alî el-Fadl b. Hasan et-Tabersî, Mecmeu’l-beyân fî tefsîri’l Kur’ân (Beyrut Dâru’l-Ulûm, 2005), 3/304.

[63]   Tâhâ 20/24.

[64]   en-Nahl 16/36.

[65] Taberî, Câmiu’l-beyân, 4/557. Ayrıca bk.: İbn Ebû Hâtim, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 1/495; Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, 1/216. 

[66]   Taberî, Câmiu’l-beyân, 4/558. Ayrıca bk.: İbn Ebû Hâtim, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 1/495; Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed es-Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 2002), 2/236.

[67]   Zeyd b. Alî b. Hüseyin, Tefsîrü garîbi’l-Kur’ân. thk. Muhammed Cevâd el-Hüseynî el-Celâlî (Beyrut: Dâru’l-Va’yi’l-İslâmî, ts.), 172. 

[68]   Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Tefsîrü’l-Kurʾâni’l-Kerîm (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1993), 1/224. Ayrıca bk.: Ebû Muhammed Mekkî b. Ebû Tâlib, el-Hidâye ilâ bulûği’n-nihâye (B.A.E.: Câmiatü’ş-Şârika, 2008), 1/853; Mukâtil b. Süleymân, et-Tefsîrü’l-kebîr, 1/379; Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân, 2/236.  

[69]   Örnek olarak en-Nahl Sûresi’nin 36. âyetine bakılabilir.

[70]   Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân, 2/236. Ayrıca bk.: Hüseyn b. Mes’ûd el-Ferrâ el-Begavî, Me‘âlimü’t-tenzîl (Riyad: Dâru Tayyibe, 1989), 1/314; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1981), 7/15. 

[71]   Abdülkerîm b. Hevâzin Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, thk. İbrâhim Besyûnî (Mısır: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2000), 1/197.

[72]   Abdullâh b. Ömer b. Muhammed el-Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1998), 1/155. Benzer görüşler için bk.: Ebüssuûd Muhammed, İrşâdü’l-akli’s-selîm (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts.), 1/250; Senâullah Pânîpetî el-Mazharî, Tefsîrü’l-Mazharî (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 2004), 1/399.

[73]   Taberî, Câmiu’l-beyân, 7/135. Ayrıca bk.: İbn Ebû Hâtim, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 3/975; Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, 2/107.

[74]   Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 10/157. Ayrıca bk.: Nizâmeddin en-Nîsâbûrî, Garâibü’l-Kur’ân ve regâibü’l-furkân (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1996), 2/436.; Ömer b. Nûriddîn Alî İbn Âdil, el-Lübâb fî ulûmi’l-kitâb, thk. Heyet (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1998), 6/452. 

[75]   Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân, 2/236. Ayrıca bk.: Mâverdî, en-Nüket ve’l-uyûn, 1/327; Ebü’l-Hasen Burhânüddîn el-Bikâî, Nazmü’d-dürer fî tenâsübi’l-âyât ve’s-süver (Kahire: Dâru’l-Kitâbi’l-İslamî, ts.), 4/42.   

[76]   Mâverdî, en-Nüket ve’l-uyûn, 1/327. Ayrıca bk.: Tabersî, Mecmau’l-beyân, 2/134; Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 7/15. İbnü’l-Cevzî’nin Zeccâc’dan aktardığı bir rivayete göre Tâgût kelimesi, “ehli kitaptan inatçı ve asi olanlar”ı temsil etmektedir: İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ilmi’t-tefsîr, 1/306. Ayrıca bk.: Cemâleddin el-Kâsımî, Mehâsinü’t-te’vîl (Kahire: Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1957), 3/1324.

[77]   el-Kehf 18/50.

[78]   el-A’râf 7/16.

[79]   Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, 1/446.

[80]   et-Tevbe 9/30.

[81]   Muînüddin Îcî, Câmiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, nşr. Abdulhamid Hendevî (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2004), 1/370. Ayrıca bk.: Kâsımî, Mehâsinü’t-te’vîl, 5/1352; Muhammed Seyyid Tantâvî, et-Tefsîrü’l-vasît li’l-Kur’ani’l-Kerîm (Kahire: Risale,1987), 3/196. 

[82]   Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 10/189. Ayrıca bk.: İbn Âdil, el-Lübâb fî ulûmi’l-kitâb, 6/499; Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed İbn Acîbe, el-Bahrü’l-medîd fî tefsîri’l-Kurʾâni’l-mecîd (Kahire: Hasan Abbâs Zekî, 1999), 1/530. 

[83]   Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 12/38. Ayrıca bk.: Alî b. Muhammed el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl fî me’âni’t-tenzîl (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2004), 2/58; Nîsâbûrî, Garâibü’l-Kur’ân ve regâibü’l-furkân, 2/612.

[84]   Ebû Muhammed Sehl b. Abdillâh et-Tüsterî, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm (Kahire: Dâru’l-Haram li’t-Türâs, 2004), 232.

[85]   en-Nahl 16/36.

[86]   Nîsâbûrî, Garâibü’l-Kur’ân ve regâibü’l-furkân, 2/16.

[87]   Taberî, Câmiu’l-beyân, 7/140.

[88]   Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 10/132.

[89]   Ebû Hayyân el-Endelüsî, el-Bahrü’l-muhît (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1993), 2/292. Ayrıca bk.: Şihâbüddîn Mahmûd Âlûsî, Rûhu’l-meânî (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts.), 3/13. 

[90]   en-Nahl 16/36.

[91]   Ebû Hayyân, el-Bahrü’l-muhît, 2/292.

[92]   Ahmed b. Yûsuf Semîn el-Halebî, ed-Dürrü’l-masûn fî ulûmi’l-kitâbi’l-meknûn (Şam: Dâru’l-Kalem, ts.), 2/548; İbn Âdil, el-Lübâb fî ulûmi’l-kitâb, 4/330.

[93]   Burada belirtmek gerekir ki müfessirler Tâgût kelimesinin anlamının tespitinden ziyade âyette “وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ” geçen “abede” kelimesinin 24 tane farklı kıraatlerin çeşitliliği üzerinde durulmuştur.

[94]   Bekir Topaloğlu, “Zümer Sûresi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 44/571.

[95]   Mehmet Kâmil Yaşaroğlu, “Nahl Sûresi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2006), 32/308.

[96]   Emin Işık, “Bakara Sûresi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1991), 14/526.

[97]   Bu iki ayrı yolun ayrıntılı açıklaması el-A’râf 7/146. âyette geçmektedir.

[98]   Mehmet Kâmil Yaşaroğlu, “Nisâ Sûresi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2007), 33/137.

[99]   Taberî, Câmiu’l-beyân, 7/134. Ayrıca bk.: Tabersî, Mecmau’l-beyân, 3/88. 

[100] Mukâtil b. Süleymân, et-Tefsîrü’l-kebîr, 1/385. Ayrıca bk.: Taberî, Câmiu’l-beyân, 7/188; Semerkandî, Tefsîrü’l-Kurʾâni’l-Kerîm, 1/364.

[101] Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân, 3/338. Ayrıca bk.: Hevvârî, Tefsîru kitâbillâhi’l-azîz, 1/393; Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, 1/446.

[102] en-Nahl 16/36.

[103] Mukâtil b. Süleymân, et-Tefsîrü’l-kebîr, 1/389. Ayrıca bk.: Taberî, Câmiu’l-beyân, 7/229; Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, 1/454.

[104] Ahmed b. Alî er-Râzî el-Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân. thk. Muhammed Sâdık Kamhâvî (Beyrut: Dâru’l-İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1992), 3/182. Ayrıca bk.: Tûsî, et-Tibyân fî tefsîri’l-Kur’ân, 3/260; Kurtubî, el-Câmiu li-ahkâmi’l-Kur’ân, 5/280.

[105] Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, çev. Hayrettin Karaman vd., Mütercimlerin yorumu hakkında bk. en-Nisâ 4/76.  

[106] Mehmet Kâmil Yaşaroğlu, “Mâide Sûresi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2003), 27/403.

[107] Mukâtil b. Süleymân, et-Tefsîrü’l-kebîr, 1/489. Ayrıca bk.: Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, 2/51; Muhammed İzzet Derveze, et-Tefsîrü’l-hadîs (Kahire: Daru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiy, 1964), 9/167.

[108] Seyyid Kutub, Fî zılâli’l-Kur’ân (Kahire: Dârü’ş-şurûk, 2003). Benzer bir yaklaşım için bk.: Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, çev. Hayrettin Karaman vd., II/300.   


Kur’an’da geçen bir kelime: Semm

Esasen zehirleme anlamına gelen semmun kelimesi, Kur’an’da farklı anlamlarda kullanılabilmektedir. Bu kelimeyle alakalı farklı şeyler söylenebilir. Mesela Yahudiler Peygamberimize selam verirken essemu aleyküm diyorlardı. Yani anlayacağımız bir nevi beddua manasında güya selam veriyormuş gibi davranıyorlardı. Bunu duyan Ayşe annemiz çok kızar ve karşılığında bir şeyler söylemeye çalışmıştı. Fakat rahmet peygamberimiz onu sakinleştirip ve aleyküm demen yeterlidir tavsiyesinde bulunmuştu.

Bu kök Kur’an’da toplamda 4 defa geçmekte iğne deliği ve azabın bir vasfı olarak yer almaktadır. Bu kökü incelerken Arapça şöyle bir tabir dikkatimi çekti bundan dolayı sizinle paylaşmak istedim:

مَالَهُ سَمٌّ وَلَا هَمٌّ 
: Bir hedefi yok veya onun için bir umudu yok. 

Kur’an’ın müthiş bir şekilde kelime seçimi hakkında

Her şeyi mutlak bilgisi ile kuşatan cenab-ı Allah yalan konuşanlar hakkında farklı isim ve betimlemeler kullanmıştır. Bu kelimelerden birisi de aşağıda yer verilen bir fiildir. Bu fiilin kök anlamı birisinin ağaç üzerindeki hurmaların tahminen saymasını belirtmektedir. Yani peygamber veya başka bir hususta ithamda bulunan yalancıları Allah bu fiil ile isimlendirmektedir

خرص خَرَصَ 
geniş zamanlı 
يَخْرُصُ 
ve 
يَخْرِصُ 
fiilimsi 
خَرْصٌ 
خَرَصَ النَّخْلَ 
: Hurma ağaçlarının üzerindeki meyvenin miktarını tahminen hesap etti. 
خَرَصَ 
(geniş zamanlı يَخْرُصُ) : Yalan söyledi; doğru olmayanı söyledi. 
تَخَرَّصَ اَوْ اَخْرَصَ 
: Bir yalan uydurdu. 
خَرَصَ فِيهِ 
: O kişiden veya şeyden zanla konuştu. 
خَرْصٌ 
miktarı bilgi ile değil tahminen hesaplamadır. Zanla konuşma manasına da gelmektedir. 
خَرِصَ 
: Aç ve üşümüştü. 
خَارِصٌ 
ve 
خَرَّاصٌ 
(çoğul hali خَرَّاصُونَ) : Hurma ağacı üzerindeki meyvenin miktarını tahminen hesap eden kişi; bir yalancı. 
اِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ 
: Yalan söylemekten başka bir şey yapmıyorlar (6:116) 
اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ 
Onlar ancak zanna uyuyorlar. (10:66) 
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ 
: Kahrolsun o yalancılar. (51:10) خَرَصَ-يَخْرُصُ-خَرْصًا Takdir etmek, tahmin etmek, tahmin üzere söz söylemek, yalan uydurmak. 
الخَرَّاصُ 
Çok yalancı. Cemi (çoğul) si: 
الْخَرَّاصُونَ 
تَخْرُصُونَ 
Tahmin yürütmek, yalan uydurmak: 6/148.

İşler iyice karıştı

Arapçada bir işin veya durumun karmaşık haline gelmesi için şöyle bir deyim kullanılır:

هَرْجٌ وَ مَرْجٌ 
: Bir işteki karmaşıklık veya dengesizlik.

Bu arada söz konusu olan 2. fiil Kur’an’da toplam 6 defa geçmektedir. Bu fiil bir durumun karmaşık olduğunu ve düzenin bozulduğunu bildirmektedir

Arapça gramerin kahramanı: Zeyd

عَنِتَ زَيْدٌ 
: Zeyd bir felaketle yüz yüze gelmiş ve yıkıma uğramıştı. 

Arapçada herhangi bir gramer Kural izah edildiğinde sık sık Zeydin ismi yer alır.

Bu da basit bir örnektir

Yukarıda Kur’an’da toplam 5 defa geçen kök söz konusudur. Fiilin kök anlamı şu şekilde:

عَنِتَ الشَّىْءُ 
: O şey kötü veya berbat hale geldi. 

Allah’ın merhameti

Muhammed Suresi.36
اِنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ اُجُورَكُمْ وَلَا يَسْپَلْكُمْ اَمْوَالَكُمْ ﴿٣٦-٤٧﴾؛

Muhammed Suresi.37
اِنْ يَسْپَلْكُمُوهَا فَيُحْفِكُمْ تَبْخَلُوا وَيُخْرِجْ اَضْغَانَكُمْ ﴿٣٧-٤٧﴾؛

Muhammed Suresi.36:
47.36: Bu dünya hayatı, bir oyundan ve geçici bir eğlenceden ibarettir: ama eğer (Allah’a) inanır ve O’na karşı sorumluluk bilinci duyarsanız size (hak ettiğiniz) her türlü ödülü bağışlayacaktır. Dikkat edin! O sizden sahip olduğunuz bütün varlıkları (kendi davası uğrunda feda etmenizi) istemez; (çünkü,) O her şeyinizi isteseydi ve sizi zorlasaydı (onlara) cimrice sarılırdınız ve böylece sizin ahlaki zaaflarınızı ortaya çıkarmış olurdu. (Muhammed Esed)

Vitir namazı, kelimenin kökü

وتر وَتَرَ 
geniş zamanlı 
يَتِرُ 
fiilimsi 
وَتْرٌ 
وَتَرَهُ 
ve 
اَوْتَرَهُ 
: Onu (bir sayıyı) tek yaptı; bir ve daha fazlası değil; onu bir tek sayı yaptı. 
وَتَرَهُ مَالَهُ 
: Malları bakımından onu kayba uğrattı. 
وَ الشَّفْعِ وَ الْوَتْرِ 
: Çifte ve teke andolsun (89:3) 
وَتَرَهُ حَقَّهُ 
: Onu hakkı bakımından kayba veya zarara uğrattı, eksiltti; onu mahrum etti ya da onu o şeyden bütünüyle veya kısmen yoksun bıraktı veya elinden aldı. 
وَ لَنْ يَتِرَكُمْ اَعْمَالَكُمْ 
: Sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir. (47:35) 
وَاتَرَ الْخَبَرَ 
: Havadislerin peş peşe veya her ikisi arasında küçük bir zaman ile gelmesini sağladı. 
تَوَاتَرَ 
: O şey ardışık idi veya aralıklarla böyle idi. 
مُتَوَاتِرٌ 
: Ardışık, fakat küçük aralıklarla, nitekim şu sözcükten bu şekilde ayrılmaktadır: 
مُتَتَابِعٌ 
جَائُوا تَتْرَى 
: Peş peşe, art arda, veya aralıklarla geldiler. 
ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرًا 
: Sonra peş peşe Resullerimizi gönderdik (23:44) 
وَتْرٌ 
ve 
وِتْرٌ 
: Tek; tek; yalnızca; bir ve daha fazlası değil; tek. 
وَتِيرَةٌ 
: Bir eylem veya davranış yolu, istikameti, biçimi veya tarzı. وَتَرَ- يَتِرُ- 
وَتْرًا 
Eksiltmek, kısmak. 
الوتْرُ 
Tek. 
الوَتْرِ 
89/3 (Tek ve çift olan eşyalar yahut tekli ve çiftli geceler, tek sayılı ve çift sayılı on gece) 
تَتْرٰى 
(Aslı: وَتْرٰى) Birer birer, teker teker, gurup gurup, birbiri arkasından, peşpeşe.

فَلَا تَهِنُوا وَتَدْعُوا اِلَى السَّلْمِ وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ وَاللّٰهُ مَعَكُمْ وَلَنْ يَتِرَكُمْ اَعْمَالَكُمْ ﴿٣٥-٤٧﴾؛

Muhammed Suresi.35:
47.35: Böylece, (adil bir dava uğrunda mücadele ettiğinizde) korkup gevşemeyin ve barış için yalvarıp yakarmayın! Allah sizinle beraber olduğuna göre (sonunda) mutlaka siz üstün geleceksiniz ve O, sizin (iyi ve güzel) fiillerinizi zayi etmeyecektir. (Muhammed Esed)

İbretlik bir ifade

Kur’an’da bir defa geçen kelimeler

Ölüm

Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder

اَمْ حَسِبَ الَّذٖينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّپَاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ ﴿٢١-٤٥﴾؛

Casiye Suresi.21:
45.21: Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini, inanıp salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar! (Diyanet Meali)

Tolstoy’dan

Tekvin Kitabı’nın altıncı bölümünde, tufandan önce Allah’ın
insanlara Kendisine kulluk etmeleri için verdiği ruhun onlar tarafından nasıl kendi nefsaniyetleri için kullanıldığını gördüğü
anlatılır. Allah öylesine gazaba gelir ki, onları yarattığına teessüf eder ve onları toptan yok etmeden önce insanın hayatını 120 yılla sınırlamaya karar verir.

İncil’e göre Allah’ı gazaba getirerek insan hayatını kısalttıran şey bugün Hıristiyanlar arasında vuku buluyor.

CİNAS/ الجناس / Belâgatın bedî‘ kısmında yer alan bir söz sanatı.

Bir diğer örnek de,
“Hükümdar bağış yapan cömert bir kişi değilse onu bırak, çünkü devleti gidicidir, pâyidar olamaz”
(إذا ملك لم يكن ذا هبة فدعه فدولته ذاهبة) beytidir.
Burada cinasın birinci unsuru, “sahip ve mâlik” anlamındaki “zâ” ile “bağış” anlamına gelen “hibe” kelimelerinden meydana gelmiştir; ikincisi ise “gitmek” anlamındaki “zehâb” masdarının ism-i fâili olan “zâhibe”dir.
kaynak: DİA

Война и мир

В плену, в балагане, Пьер узнал не умом, а всем существом своим, жизнью, что человек сотворен для счастья, что счастье в нем самом, в удовлетворении естественных человеческих потребностей, и что все несчастье происходит не от недостатка, а от излишка; но теперь, в эти последние три недели похода, он узнал еще новую, утешительную истину – он узнал, что на свете нет ничего страшного. Он узнал, что так как нет положения, в котором бы человек был счастлив и вполне свободен, так и нет положения, в котором бы он был несчастлив и несвободен.

Koronavirüsten 4 Kat Daha Ölümcül

Sağlık sorunlarına yol açan sigara kullanımı, her yıl dünya genelinde 8 milyon, Türkiye’de ise 80 bin kişinin ölümüne neden oluyor. Koronavirüs sürecinde de kullanımı tartışılan sigaranın zararlarına yönelik araştırmalar sürüyor. Salgın döneminde sigara kullanımının vücuda virüsün daha kolay girişine neden olduğu ileri sürülürken hastalığın ağır seyri ve ölümlere neden olduğu da kayıtlara geçti.

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dahili Tıp Bilimleri Aile Hekimliği Bölümü öğretim üyesi Dr. Sanem Karaca, sigaranın zararları ve koronavirüs dönemindeki durum ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.

‘Her 15 Dakikada Sigara İçen 2 Kişiden 1’i Ölüyor’

‘Vücuda Virüs Girişini Kolaylaştırıyor’

‘Sigara Dumanının Bulaştığı 100 Kişiden 10’u Hayatını Kaybediyor’

‘Her 15 Dakikada Sigara İçen 2 Kişiden 1’i Ölüyor’

Türkiye’de sigara kaynaklı ölüm sayısının koronavirüsten ölenlere oranla 4 kat daha fazla olduğunu söyleyen Dr. Sanem Karaca, “Tüm dünyada sigara ve diğer tütün ürünlerine baktığımızda yılda yaklaşık 8 milyon kişinin sigara ve sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle öldüğünü gözlemliyoruz. Bizim ülkemiz için verileri değerlendirdiğimizde, yılda yaklaşık sigaradan 80 bin kişi ölüyor. Bu rakamları günlük olarak düşündüğümüz yaklaşık 223 kişi sigaradan ölüyor. Koronavirüsten ölen kişilere bakacak olursak yaklaşık bir yıllık süre içerisinde 26 bin civarında ölüm gerçekleşti. Bunun ülkemizde sigara nedeniyle ölümlerini değerlendirdiğimizde koronavirüsten ölen insan sayısının 4 katı. Bu da demektir ki her 15 dakikada sigara içen 2 kişiden 1’i ölüyor. Korona daha önce hiç bilmediğimiz bir durum ve biz de tüm dünya gibi bu durumu şaşkınlıkla karşıladık” dedi.

‘Vücuda Virüs Girişini Kolaylaştırıyor’

Sigara kullanımının virüslerin vücuda girişini kolaylaştırdığını belirten Dr. Karaca, şöyle konuştu:

“Genel çerçevede koronavirüs ile sigara kullanımını düşündüğümüzde, sigara kapı reseptörleri dediğimiz reseptörlerimizin ki aynı zamanda virüsün vücudumuza geçmesine kolaylaştıran reseptörlerdir bunlar. Bu reseptörlerin sayısını artıyor. Bu şekilde koronavirüs vücudumuza daha kolay geçer ve hastalığın daha ağır seyretmesine sebep olur. Bu da daha fazla ölüme neden olabilir. Sadece sigaranın kendisinin riskleri dışında biliyoruz ki sigara içicilerinde akciğerlerde, kalp damar sisteminde hasarlar oluşturabiliyor. Sigara, tansiyon diyabet, kalp ve kanser gibi hastalıklarda çok önemli bir etken. Koronavirüste en sık akciğerleri sevmekle birlikte yine sistemlerimizin birçoğunda hasara neden olmuş oluyor. Hasarlı bir zeminde koronanvirüsün daha ağır seyretmesi takdir ederiniz ki daha fazla oluyor. Tabi ki bu konuda bilimsel çalışmalar maalesef ki yeterli değil. Koronavirüsün varlığının sigara kullanımını artırdığı ya da azalttığı konusunda henüz bir netleşme yok. Ama bu dönem sigara bırakma kararı almak için en uygun zaman. Çünkü içmeyi bıraktığınız ilk 15 dakika içinde sigaranın içinde bulunan 7 binden fazla zehir vücudunuzda değişikliğe başlıyor. Yani bunun için geç kalınmış bir süreç yok. Ne kadar erken bırakılırsa o kadar faydasını görebiliriz.”

‘Sigara Dumanının Bulaştığı 100 Kişiden 10’u Hayatını Kaybediyor’

Sigaraya başlamayı engellemenin önemli olduğunu vurgulan Dr. Karaca, “Özellikle gençler ve kadınlar üzerine sigara ile ilgili çok fazla politika, reklam ve düzenlemeler yapılıyor ve bunlar insanların sigaraya başlamamaları için motive etmeye çalışıyor. Sigara sadece içen kişiye değil dumanı ile çevresindekilere de ciddi zararlar veriyor. Sadece çevreye yayılan dumandan 100 kişiden 10’u sağlıklı ve sigara içmiyor da olsa buna bağlı ölerek ölüyor. Korona sürecinde ailelerimizi ve sevdiklerimizi korumaya çalıştık ve onlara virüs bulaşmaması için elimizden geleni yaptık. Ama içtiğimiz sigaranın etrafa yayılan dumanıyla biz onları zehirlemeye ve hastalık için bir ortam yaratmaya devam ediyoruz. Çevremizde dumanının bulaştığı mobilya, perde araç içerisi gibi yerleri solumaya maruz kalanlarda da hastalık için bir yatkınlık oluşuyor. Bu nedenle sigaraya başlamamak kadar bırakmak da çok önemli” diye konuştu.

kaynak: Sivas Cumhuriyet Üniversitesi

Bana mealini söyle, sana cemaatini söyleyeyim

Yakın zamanda Kur’an-ı Kerim çevirileriyle alakalı bir kitap okudum. Görebildiğim kadarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Türkçe Kur’an-ı Kerim çevirilerine ciddi manada ihtiyaç artmıştır.

Bunu fırsat bilen kimi şahıs ve kurumlar – tıpkı Rusya’da bazı Kur’an-ı Kerim çevirileri için geçerli olduğu gibi – fırsat bilip ticarete dönüştürmüştür.

Belki de geçerliliğini günümüzde de devam ettiren bir yaklaşıma göre: her cemaatin kendine mahsus Kur’an-ı Kerim çevirisi de vardır.

İşte okuduğum kitapta güzel bir ifadeye denk geldim: bana mealini söyle, sana cemaatini söyleyeyim!

Fuat Sezgin ve İslam bilim ve teknoloji tarihi

İnsan bu eseri okuduktan sonra gerçekten Müslümanların nasıl bir medeniyete sahip olduğunu daha iyi anlamış oluyor.

Diyanet Akademisi Aday Din Görevlisi (KKÖ, İ-H, M-K) Sınavı duyurusu

“DİYANET HABER
TEŞKİLAT HABERLERİ
GÜNDEM
FİLİSTİN
TDV
ALİ ERBAŞ
HUTBELER
DÜNYA
DUYURULAR
PODCAST
HABERLER
DUYURULAR
Diyanet Akademisi Aday Din Görevlisi (KKÖ, İ-H, M-K) Sınavı duyurusu
2023 Yılı Diyanet Akademisi Aday Din Görevlisi (KKÖ, İ-H, M-K) Alımı Sınavı yer ve tarihleri belli oldu.
#Diyanet #Diyanet akademi #Sınav #Duyuru #Sözlü
28.11.2023 – 09:35
YAYINLANMA

Başkanlıktan yapılan duyuruda şu ifadelere yer verildi:

“2023 Yılı Diyanet Akademisi Aday Din Görevlisi (KKÖ, İ-H, M-K) Alımı Sınavına başvuran adaylardan sözlü sınava katılmaya hak kazanan adaylar, Sınav Giriş Belgesini sinav.diyanet.gov.tr  adresinden alabileceklerdir.

Adaylar, ‘Sınav Giriş Belgesi’ ve T.C. Kimlik No’lu kimlik belgelerinden (nüfus cüzdanı, kimlik belgesi, pasaport) biri ile birlikte sınav giriş belgesinde belirtilen sınav tarihi ve sınav merkezinde saat 08:00’da hazır bulunacaklardır. Kimlik belgesi ve sınav giriş belgesi bulunmayan adaylar sınava alınmayacaktır. Nüfus cüzdanı ve pasaport dışında başka bir belge kimlik belgesi olarak kabul edilmeyecektir.””

https://www.diyanethaber.com.tr/diyanet-akademisi-aday-din-gorevlisi-kko-i-h-m-k-sinavi-duyurusu

Kur’an’ın diliyle her üç kitapta da bildirilen bir gerçek

Tevbe Suresi.111
اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِى التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْجٖيلِ وَالْقُرْاٰنِ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِهٖ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذٖى بَايَعْتُمْ بِهٖ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ ﴿١١١-٩﴾؛

Tevbe Suresi.111:
9.111: Şüphesiz Allah, müʼminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevratʼta, İncilʼde ve Kurʼanʼda kesin olarak vaʼdetmiştir. Kimdir sözünü Allahʼtan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır. (Diyanet Meali)

Özgür Filistin

Kızımın kaleminden

İlahiyat öğrencimin bir ricası vardır:

Selamun aleyküm hocam bunlar kitaplarda en öncelik alınması gerekenler
1- DİKAB ALAN KİTABI KONU ANLATIMI – SORU BANKASI
2- TÜRKÇE PARAGRAF SORU BANKASI


DİĞER İHTİYAÇLAR
1- AYAKKABI
2 – CEKET
3- 1 ADET KAZAK

Bunlar en acil olanlar hocam zaruret olanlar kitaplarda bu yayınları kazanan arkadaşlara sordum o yüzden bunları tercih ettim alan yemş çıktı tek site ama paragraf fiğet sitelere bakabilirim hocam

Matematikten Özel Ders Öğretmen Talebi

çocuğumun öğretmeninden şöyle bir talep vardır:
Mürsel Bey 9.sınıf öğrencisine matematikten özel ders verebilecek üniversite öğrencisi bildiğiniz var ise yönlendirebilir misiniz?

Not: ders verebilecekler olanlar lütfen BURAYA kimlik bilgilerini bırakınız, en kısa sürede dönüş yapılacaktır.

Kızımın Kaleminden Savaşa Tepki

Rusya’da veya Kırgızistan’da eğitim görürken bir hocamız devamlı bir laf söylerdi: en kötü Barış en iyi savaştan daha iyidir diye.

Ne yazık ki bu savaşlarda hep mazlumlar kurban oluyor. Savaşı başlatan ve savaş yönetenler hep kahraman oluyor

KPSS Kitapları

Öğrencimden mesaj:
Hocam eğer hatırlarsanız geçen sene sizden bir kısmı çözülmüş bu kpss testlerinin olduğu torbayı almıştım. Şimdi ben kendime yeni kaynaklar aldım ve bunlara henüz bakamadım bile. O yüzden size getirmeyi düşünüyorum ne dersiniz?
Not: Kitaplar geldi. Almak isteyenler şu FORMU doldursunlar lütfen. Okulda şu saatlerde oluyorum, ona göre görüşelim.

2023 – 2024 EĞİTİM YILI BURS BAŞVURU TARİHLERİ

Genel Müdürlüğümüzce ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine verilen “Ortaöğrenim Eğitim Yardımları” ile üniversite öğrencilerine verilen “Yükseköğrenim Bursları” ve “Yabancı Uyruklu Öğrenci Yükseköğrenim Bursları” için başvurular 2023 – 2024 eğitim yılında aşağıdaki tarihler arasında www.vgm.gov.tr üzerinden elektronik ortamda alınacaktır.

2023-2024 eğitim yılında öğrencilerimize verilmesi planlanan eğitim yardımı/burs miktarları ortaöğrenim eğitim yardımı için aylık 750,00 TL, yükseköğrenim bursu için ise aylık 1.250,00 TL‘dir.

Başvurular, belirtilen tarihlerde tamamlandıktan sonra başvuru değerlendirme ve sonuç açıklama dönemlerine ilişkin tüm duyurular yine www.vgm.gov.tr üzerinden yapılacaktır.

Meşhur Müfessirler ve Örnek Metinler III 

ÖNSÖZ
Allah (c.c.) Kur’an’ı; insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, kalp-
lerdeki dertlere deva olan, iyi davranışlarda bulunan müminlere ken-
dileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeleyen, Rabbimizden bir
öğüt, rahmet, inananlara yol gösterici, ölmüş kalpleri dirilten bir ruh,
kendisine tutunduğumuzda bizi aydınlığa, olgunluğa, izzet ve şerefe
götürecek olan Allah’ın sapasağlam ipi ve her şeyi tastamam açıklayan
bir rehber olarak tanımlamaktadır.
Kur’an’ın asıl amacı, “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsin-
ler diye yarattım” ayeti mucebince, insanların kulluk bilincine ulaşarak,
düşmüş oldukları dalalet bataklığından ve ahlaki yozlaşmadan kurtulup
böylece dünya ve ahiret mutluluğuna erişmelerini sağlamaktır. Bunun
için Kur’an insanlara, nasıl yaşamaları gerektiğini izah etmektedir.
İnsanlığı dalalet bataklığından ve ahlaki yoksunluktan kurtaracak pren-
sipleri ihtiva eden Kur’an’ın, muhatapları tarafından iyice anlaşılması ge-
rekmektedir. Ancak Kur’an’da, her okuyucunun kolayca anlayabileceği
ayetler olduğu gibi, herkes tarafından kolaylıkla anlaşılamayan müphem,
müşkil, mücmel, mutlak ve müteşâbih gibi ayetler de mevcuttur.
Yine Kur’an’da mecaz, kinaye ve teşbih gibi sanatlı kullanımların ya-
nında daha önce kullanılagelen kavramlara Kur’an’ın nüzulü ile bera-
ber yüklenen yeni anlamlar da söz konusudur. Bu ayetler ancak, erbabı
tarafından izah edilmekle anlaşılır. Dolayısıyla insanları Allah’ın mesa-
jı ile buluşturmanın tek yolu, mutlak surette Kur’an’ın tefsir edilmesin-
den geçmektedir.
Aslında Kur’an-ı Kerim, tefsir edilmesini ve ayetler üzerinde sıkı bir dü-
şünsel faaliyette bulunulmasını bizatihi kendisi istemektedir. Örneğin;
نوركفتي مهلعلو مهيلا لزن ام سانلل نيبتل ركذلا كيلا انلزناو ربزلاو تانيبلاب
(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara,
kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri
için sana bu Kur’an’ı indirdik. (Nahl 16/44)
اهلافقا بولق ىلع ما نارقلا نوربدتي لفا
Öyleyse, onlar bu Kur’an üzerinde hiç düşünmezler mi? Yoksa kalpleri
üzerinde kilitler mi var? (Muhammed 47/24)
اثيدح نوهقفي نوداكي ل موقلا ءلؤه لامف …
…O halde bu insanlara ne oluyor da kendilerine bildirilen hakikati
kavramaya yanaşmıyorlar?(Nisa 4/78)
نيلولا مهءابا تاي مل ام مهءاج ما لوقلا اوربدي ملفا
Onlar bu sözü (Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha
önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun 23/68)
بابللا اولوا ركذتيلو هتايا اوربديل كرابم كيلا هانلزنا باتك
(Bu Kur’an), ayetlerini iyiden iyi düşünsünler, temiz akıl sahipleri ibret
alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır.(Sad 38/29)
Yukarıda görüldüğü gibi kendi üzerine düşünmeyi emreden ayetler ge-
reği, Kur’an’ı anlayabilmek için, onun tefsirine elbette ihtiyaç vardır.
Kur’an’ın Kur’an’dan (Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri) sonra ilk müfes-
siri Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Tefsirlere ve hadis kitaplarına bak-
tığımızda Hz. Peygamber’in Kur’an’ın tefsirine yönelik ifadeleri-
ni görmemiz mümkündür. Kur’an’ın ikinci müfessiri ise sahabedir.
Sahabe-i Kiram Kur’an’ı baştan sonuna kadar tefsir etmemişlerdir.
Bunun ana sebeplerinden biri, Kur’an dilinin sahabenin kullandığı
dil ile aynı olmasıdır. Bundan dolayı onlar sadece manası kapalı olan
ve anlaşılması için harici açıklamaya ihtiyaç duyulan lafızları açıkla-
makla yetinmiştir.
Üçüncü nesil müfessir ise tabiindir. Tabiin ise tefsiri sahabeden nakil
yoluyla öğrenmiştir. Sahabe ile tabiin arasında Hz. Peygamber’i görmüş
olmak, dolayısıyla anlamadığı bir konuyu bizatihi Hz. Peygamber’e so-
rup öğrenebilmek ve nüzul vasatına şahit olmak gibi önemli farklar söz
konusudur. Tabiin Hz. Peygamber’i görmediği gibi, nüzul vasatına da
şahit olamamıştır.
Tabiinden sonraki devirlerde de ecdadımız, Kur’an’ın anlaşılmasına
yönelik önemli eserler kaleme almışlardır. Asr-ı saadetten günümüze
kadar çok sayıda Kur’an hadimi müfessir Kur’an’ı kendi kavrayış ve
birikimi nispetince açıklama gayreti içerisine girmiştir. Unutulmama-
lıdır ki tefsirler müfessirlerin kültürel alt yapısının izlerini taşıdığı gibi
dönemin fikri akımlarını ve bilimsel kabullerini de görmezden gel(e)
memiştir. Kuşkusuz her müfessirin kaleme aldığı eser kıymetlidir ve
İlahi mesajın insanlarla buluşmasında önemli rol oynamaktadır.
Bilindiği gibi her müfessirin kendine has bazı özellikleri vardır. Me-
sela bazı müfessirler Kur’an’ı açıklarken onun dilsel boyutuna; ba-
zıları fıkhî boyutuna; bazıları kelamî boyutuna, bazıları da tasavvufî
boyutuna ağırlık vermişlerdir. Buna göre, dilsel bir açıklamayı işari
tefsirde, tasavvufa yönelik bir açıklamayı da fıkhi tefsirde aramak
yanlış olmamakla beraber pek isabetli değildir. Dolayısıyla her mü-
fessirin tefsiri, yazarının ilgi ve birikimine göre şekillenmektedir. Bu
noktadan hareketle biz de tefsir alanında çok önemli izler bırakan
ve Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik ciddi katkılar sağlayan bazı mü-
fessirleri, öne çıkan birtakım hususiyetlerine binaen muhatapları ile
buluşturmak istedik. Bu itibarla araştırma kitabımızın üçüncüsünde
Kurtubî, Muhammed Abduh – Muhammed Reşit Rıza, Tantâvî ve Sey-
yid Kutub’u çalıştık.
Kurtubi’yi tercih etmemizin sebebi;
Tefsir ilminin tedvininden itibaren hüküm ayetlerini açıklamaya gay-
ret eden müfessirler arasında Kurtubî’nin ayrı bir yer edinmiş olması,
eserinin tüm ahkâm ayetlerinin ve hukuk normlarının yorumlandığı bi-
ricik tefsir olması, ayetleri tefsir ederken ahkâm konularına ayrıntılı bir
şekilde yer vermesi, ayetlerin çeşitli hükümlere nasıl delil ve dayanak
teşkil ettiğini göstermesi ve telifinden beri İslâm ilim ve kültür hayatını
etkilemiş olması…
Muhammed Abduh – Muhammed Reşit Rıza’yı tercih etmemizin sebebi;
Klasik tefsirlerden farklı olarak Menâr, hoca ile öğrencinin yani Ab-
duh ile öğrencisi Reşid Rıza’nın birlikte yazdıkları bir tefsir olması,
bu ortak eserin tasavvur, anlayış, yaklaşım, muhteva ve kendine özgü
metoduyla yeni bir açılım getirmesi, modern çağda İslami uyanışın sa-
vunucularından sayılmaları, taklitçilik yüzünden durgun olan İslam dü-
şüncesinin ancak akılcılıkla, içtihat ruhunu canlandırmakla kurtulacağı-
nı savunmuş olmaları, İslam düşüncesinin İslam toplumunun hayatına
katılımında ıslahatçı bir metot takip ederek Kur’an merkezli bir tefsiri
benimsemiş, bu yolda büyük çabalar sarf etmiş olmaları…
Tantâvî’yi tercih etmemizin sebebi;
Dini ilimlerinin yanında matematik, mühendislik, felsefe, astronomi,
bitki, tabiat ve kimya gibi pozitif ilimlerle de meşgul olması hasebiyle
tefsir literatüründe örneğine pek rastlanmayan bir tarzda Kur’an ayet-
lerini tefsir etmesi, modern dönem bilimsel tefsir akımının en önemli
örneği olarak Kur’an-ı Kerim’in baştan sona ilmi tefsir usulüne göre
yazılmış ilk ve tek tefsir örneği olarak gösterilmesi…
Seyyid Kutub’u tercih etmemizin sebebi;
İctimaî-edebî tefsir ekolünün önemli isimlerinden olması, eserinde kla-
sik tefsir geleneğinden ziyade modern hermenötik metodu kullanarak
Kur’ân’ın gölgesinde gündelik hayata dokunup, toplumun ıslahını ve
ideal bir nesil ve toplum yetiştirmeyi gaye edinmesi, Kur’an’ı, İslam
toplumunun düştüğü ve kalkacağı yer olarak görüp Kur’ân’ın mükem-
mel üslubuna dikkat çekerek ondan uzaklaşan Müslümanların ilgisini
yeniden Kur’ân’a yönlendirmek isteyen aksiyoner bir müfessir olması…
Bu çalışmamızda yukarıda ismi geçen dört müfessirle alâkalı müfes-
sirlerin özellikle temayuz ettikleri altışar konu tespit edilmiştir. Her
bir konunun yazarı alanında uzman farklı üniversitelerden yirmi yedi
akademisyen yer almaktadır. Bu çalışmamızın bidayetinden nihayetine
kadar emeği geçen bütün hocalarımıza ve Grafiker Yayınları ailesine
ayrı ayrı teşekkür ediyoruz.
Editörler
Mürsel Ethem – Yusuf Topyay
Mehmet Akın – Ramazan Ünsal
Ankara, 2021

2023’e kadar yayınlanan makalelerim

Elhamdülillah

PDF


DETAY
Atamov [Ethem], Mursal [Mürsel]
Kur’an-ı Kerim’de “Lealle” Edatının Kullanılışı ve AnlamlarıDiyanet İlmî Dergi, 2013, cilt: XLIX, sayı: 3, s. 77-94
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Iyık Kuran: Maanilerinin Kırgızça Kotormosu Menen İsimli Mealin Tanıtımı ve Çeviribilim Açısından İncelenmesiAnkara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi [AÜİFD], 2014, cilt: LV, sayı: 2, s. 173-194
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Bağlam Merkezli Bir Tahlil: Fatiha Suresinin Altıncı ve Yedinci AyetletiPamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi = Pamukkale University Journal of Divinity Faculty, 2015, cilt: II, sayı: 4, s. 73-103
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Rusça Kur’an Çevirilerinin Tanıtımı ve Çeviribilim Açısından İncelenmesi -I (Arapçadan Rusçaya Yapılan Kur’an Çevirileri)Akademik Bakış: Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, 2016, sayı: 57, s. 264-279
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Rusça Kur’an Çevirilerinin Tanıtımı ve Çeviribilim Açısından İncelenmesi -II (Arapçadan Rusçaya Yapılan Kur’an Çevirileri)International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), 2016, sayı: 2, s. 196-220
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Rusça Kur’an Çevirilerinin Tanıtımı ve Çeviribilim Açısından İncelenmesi -III (Diğer Dillerden Rusçaya Yapılan Kur’an Çevirileri) = Investigation in Terms of Introduction and Translation Studies of Russian Quran Translations -III (Translations of the Quran from Other Languages in to Russian Language)Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi = The Journal of International Social Research, 2016, cilt: IX, sayı: 47, s. 1070-1086
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel – Michael Shafiro
İbranice Meallerin Tanıtımı ve İncelenmesiErzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2016, cilt: IX, sayı: 2, s. 281-296
Rusça
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Jusupov, Mairambek – Mürsel Ethem
Iyık Kuran: Maanilerinin Kırgızça Kotormosu Menen İsimli Mealin Tanıtımı ve Çeviribilim Açısından İncelenmesiTefsir Araştırmaları Dergisi, 2017, cilt: I, sayı: 1, s. 132-157
Kırgızca
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ünsal, Ramazan – Mürsel Ethem
“YMM” Kökünün Art Süremli Semantik İncelenmesi = The Diachronic Semantics Analysis of the Root “YMM”Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2017, cilt: X, sayı: 2, s. 113-132
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Son Çağrı Kur’an’ın Mukaddimesi ÜzerineHitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi = Journal of Divinity Faculty of Hitit University, 2017, cilt: XVI, sayı: 32, s. 507-526
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Bir Tercüme Tekniği Olarak “Siz” Zamirinin “Biz” Şeklinde TercümesiAkademik Bakış: Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, 2017, cilt: 64, s. 158-168
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Eşmeli, İsmet – Mürsel Ethem
Ahıska Türklerinin Günlük Hayatla İlgili Bazı Halk İnanışları (Denizli Örneği)Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi = Journal of Divinity Faculty of Hitit University, 2018, cilt: XVII, sayı: 34, s. 325-346
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Kırgızca Meallerde Anlam-Bağlam İlişkisi (Iyık Kuran Cana Kırgızça Kotormusu Bağlamında Eleştirel Bir İnceleme)Uluslararası Orta Asya Sempozyumu Bildiriler Kitabı: Göç, Yoksulluk ve Kimlik = International Central Asia Symposium Proceedings Book: Migration, Poverty and Identity , 2018, s. 554-564
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Karataş, Ali – Mürsel Ethem
Tefsir ve Tefsir Tarihi Açısından Mâtürîdî’nin Te’vîlâtü’l-Kur’ân Adlı EseriUluslararası Sempozyum: Orta Asya Alimlerinin İslam Medeniyetine Katkıları, 10-12 Ekim 2018, Bişkek/Kırgızistan = International Symposium: The Contributions of Muslim Scholars of Central Asia to the Islamic Civilization, 10-12 October 2018, Bishkek/Kyrgyzstan, 2019, s. 735-750
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel – İsmet Eşmeli
Ahıskalı Türklerde Nazar (Karşılaştırmalı Tahlil) = The Evil Eye in Meskhetian Turks (Comparative Analysis)Sürgününün 75. Yılında Ahıskalı Türkler 16-17 Kasım 2019, T. Y., s. 314-332
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel – İsmet Eşmeli
Ahıska Türklerinin Mirası: Halk İnanışları = The Heritage of Meshketian Turks: Folk Beliefs1. Uluslararası Türk Halklarının Felsefî Mirası Sempozyumu, 2019, s. 195-205
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Rusça Kur’an Çevirilerinin Tanıtımı ve Çeviribilim Açısından İncelenmesi – II (Arapçadan Rusçaya Yapılan Kur’an Çevirileri)Uluslararası Kültürel ve Sosyal Araştırmalar Dergisi (UKSAD) = International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), 2016, cilt: II, sayı: 2, s. 196-220
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel – İnayetulla Azimov
Kur’an Tercümelerinin Sorunu: Çokanlamlılık = The Complexity of Qur’an Translation: PolysemyKilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2020, cilt: VII, sayı: 2, s. 745-772
Rusça
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel – Ramazan Ünsal
Kur’an’ı Anlamada İsrâliyat’ın Rolü = The Role of Isra’iliyyat in Understanding of the Qur’anPamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi = Pamukkale University Journal of Divinity Faculty, 2020, cilt: VII, sayı: 2, s. 1720-1744
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Eşmeli, İsmet – Mürsel Ethem
Ahıska Türklerinin Bazı Halk İnanışları (Geçiş Dönemleri ve Bazı Hayvanlar) (Denizli Örneği) = Some Folk Beliefs of Meskhetian Turks (Transition Periods and Some Animals) (The Example of Denizli)Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi = Pamukkale University Journal of Divinity Faculty, 2020, cilt: VII, sayı: 2, s. 1811-1830
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel – Yusuf Topyay
“Son Çağrı Kur’an” İsimli Mealin Çeviribilim Açısından DeğerlendirilmesiDinî Araştırmalar, 2020, cilt: XXIII, sayı: 59, s. 447-466
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Salih Akdemir ve Sami Dillerin Kur’anı Anlamadaki Rolü = Salih Akdemir and the Role of Semitic Languages in the Understanding of the QuranPamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi = Pamukkale University Journal of Divinity Faculty, 2021, cilt: VIII, sayı: 2, s. 649-665
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Rusça Kur’an Çevirilerinin Tanıtımı ve Çeviribilim Açısından İncelenmesi -I (Arapçadan Rusçaya Yapılan Kur’an Çevirileri)II. Uluslararası Dini Araştırmalar ve Küresel Barış Sempozyumu “Sivil Toplum Kuruluşlarının Barışın Tesisindeki Rolü”, 19-20-21 Mayıs 2016, Sarajevo, 2016, cilt: II, s. 392-407
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel – Yusuf Topyay
Mekke’de Hz. Muhammed’i Teselli Eden Kıssalar (Hz. Musa Örneğinde Karşılaştırmalı Tahlil) = Stories That Consolidated Prophet Muhammad (Pbuh) in Mecca (Comparative Analysis in the Example of Prophet Moses)Journal of Analytic Divinity, 2022, cilt: VI, sayı: 1, s. 122-147
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel – Sabri Demir
İnançta Gençliğin Vüsatı21. Yüzyılda Gençlik ve İnanç Eğilimleri, 2022, cilt: II, s. 779-883
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda
PDF


DETAY
Ethem, Mürsel
Salih Akdemir (1950-2014)Kur’ân’a ve Tefsire Adanmış Ömürler, 2022, s. 237-243
Türkçe
   + İçerikte   + Bu dergide   + Bu sayıda

İNANÇTA GENÇLİĞİN VÜSATI

Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Pamukkale Üniversitesi İslami İlimler Enstitüsü’nün işbirliğiyle düzenlediği uluslararası sempozyumun konusunun 21. Yüzyılda Gençlik ve İnanç Eğilimleri olması anlam ve içerik bakımından önem arz etmektedir. Nitekim çağımızda görülen sosyal, siyasal, iktisadi ve hatta sağlık sorunlarında gençliğin inanç eğilimlerinin önemli bir yer aldığına inanmaktayız ve bu sorunların gençliği farklı inanç akımlarına sürüklediğinin de hepimiz farkındayız. Sempozyumuza atfettiğimiz bu önemin ve konumuzun daha iyi anlaşılması için ilk aşamada inanç, gençlik ve vüsat kavramlarını sözlük anlamları açısından inceleyeceğiz. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’deki anlamlarını değerlendirerek hayatımızdaki ve tarihteki önemleri açısından ayrı ayrı tahlil edeceğiz.

Sabri Demir hocamla kaleme aldığımız çalışma…