Dikkat Edilirse ” ط ف أ ” kökü Sami Dillerinde ortaktır. Hatta Türkçe’mize de Sami dillerinden geçmiştir.
Arapçada Tf’e kökü; alevin sakinleşmesi, kızgınlığının gitmesi, sönmesi anlamına gelmektedir. Geezce, Süryanice ve Aramicede de kök aynı manaya sahiptir!!!
Yeri gelmişken İtfaiyecilikten kısaca bahsedelim…
Yurdumuzda her 25 Eylülü izleyen hafta Yangın Haftası olarak değerlendirilir. Hafta süresince çeşitli yayın organları ile halka, okullarda öğrencilere yangının zararları anlatılır. Korunma yolları ve alınması gereken önlemler belirtilir.
Yurdumuzda itfaiye örgütü kurulmadan önce Davud isimli biri Fransa’da gördüğü Didon denilen yangın tulumbasından esinlenerek, ilk yangın söndürme aracını yaptı. Tulumbayı taşıyan, yangını söndüren kişilere Tulumbacı denirdi. Her mahallenin tulumbacıları ayrı idi. Kentin bir yerinde yangın çıkınca, tulumbacılar, tulumbalarını sırtlarına alır, bağıra bağıra koşarak yangın yerine giderlerdi.
Ülkemizde ilk yangın söndürme örgütü 1914 yılında kuruldu. Yangın söndürme örgütüne İtfaiye, yangını söndüren görevlilere de İtfaiyeci denir.
Eskiden kentin yüksek bir binasının tepesinde ya da yangın gözlemek için özel olarak yapılmış bir kulede gözcü bulunurdu. Herhangi bir yerde çıkan yangını gözcüler, tulumbacılara bildirir, tulumbacılar da tulumbayı sırtlar, sokaklarda bağıra bağıra yangın yerine gelirler ve yangını söndürürlerdi.
Yangın söndürme görevi 25 Eylül 1923 tarihinde belediye hizmeti olarak kabul edildi. Bugün belediyelerde ve büyük endüstri kuruluşlarında itfaiye örgütü vardır. (İtfaiyecilik hakkındaki bilgi “boxerdergisi”‘den alınmıştır).
Allah (c.c.) Kur’an’ı; insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran,
kalplerdeki dertlere deva olan, iyi davranışlarda bulunan müminlere kendileri
için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeleyen, Rabbimizden bir öğüt, rahmet, inananlara
yol gösterici, ölmüş kalpleri dirilten bir ruh, kendisine tutunduğumuzda bizi
aydınlığa, olgunluğa, izzet ve şerefe götürecek olan Allah’ın sapasağlam ipi ve
her şeyi tastamam açıklayan bir rehber olarak tanımlamaktadır.
Kur’an’ın asıl amacı, “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler
diye yarattım” ayeti mucebince, insanların kulluk bilincine ulaşarak düşmüş
oldukları dalalet bataklığından ve ahlaki yozlaşmadan kurtulup böylece dünya ve
ahiret mutluluğuna erişmelerini sağlamaktır.
Bunun için Kur’an insanlara, nasıl yaşamaları gerektiğini izah
etmektedir.
İnsanlığı dalalet bataklığından ve ahlaki yoksunluktan kurtaracak
prensipleri ihtiva eden Kur’an’ın, muhatapları tarafından iyice anlaşılması gerekmektedir.
Ancak Kur’an’da, her okuyucunun kolayca anlayabileceği ayetler olduğu gibi, herkes
tarafından kolaylıkla anlaşılamayan müphem, müşkil, mücmel, mutlak ve müteşâbih
gibi ayetler de mevcuttur.
Yine Kur’an’da mecaz, kinaye ve teşbih gibi sanatlı kullanımların
yanında daha önce kullanılagelen kavramlara Kur’an’ın nüzulü ile beraber
yüklenen yeni anlamlar da söz konusudur. Bu ayetler ancak, erbabı tarafından
izah edilmekle anlaşılır. Dolayısıyla insanları Allah’ın mesajı ile
buluşturmanın tek yolu, mutlak surette Kur’an’ın tefsir edilmesinden geçmektedir.
Aslında Kur’an-ı Kerim, tefsir edilmesini ve ayetler üzerinde sıkı
bir düşünsel faaliyette bulunulmasını bizatihi kendisi istemektedir. Örneğin;
(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik.
İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde)
düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik. (Nahl 16/44)
(Bu Kur’an), ayetlerini
iyiden iyi düşünsünler, temiz akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana
indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır.(Sad 38/29)
Yukarıda görüldüğü üzere kendi üzerinde düşünmeyi emreden ayetler
gereği, Kur’an’ı anlayabilmek için, onun tefsirine elbette ihtiyaç vardır.
Kur’an’ın Kur’an’dan (Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri) sonra ilk
müfessiri Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Tefsirlere ve hadis kitaplarına
baktığımızda Hz. Peygamber’in Kur’an’ın tefsirine yönelik ifadelerini görmemiz
mümkündür. Kur’an’ın ikinci müfessiri ise sahabedir. Sahabe-i Kiram Kur’an’ı
baştan sonuna kadar tefsir etmemişlerdir. Bunun ana sebeplerinden biri, Kur’an
dilinin sahabenin kullandığı dil ile aynı olmasıdır. Bundan dolayı onlar sadece
manası kapalı olan ve anlaşılması için harici açıklamaya ihtiyaç duyulan
lafızları açıklamakla yetinmiştir.
Üçüncü nesil müfessir ise tabiindir. Tabiin ise tefsiri sahabeden
nakil yoluyla öğrenmiştir. Sahabe ile tabiin arasında Hz. Peygamber’i görmüş
olmak, dolayısıyla anlamadığı bir konuyu bizatihi Hz. Peygamber’e sorup
öğrenebilmek ve nüzul vasatına şahit olmak gibi önemli farklar söz konusudur. Tabiin
Hz. Peygamber’i görmediği gibi, nüzul vasatına da şahit olamamıştır.
Tabiinden sonraki devirlerde de ecdadımız, Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik önemli eserler
kaleme almışlardır. Asr-ı saadetten günümüze kadar çok sayıda Kur’an hadimi
müfessir Kur’an’ı kendi kavrayış ve birikimi nispetince açıklama gayreti
içerisine girmiştir. Unutulmamalıdır ki tefsirler
müfessirlerin kültürel alt yapısının izlerini taşıdığı gibi dönemin fikri
akımlarını ve bilimsel kabullerini de görmezden gel(e)memiştir. Kuşkusuz her
müfessirin kaleme aldığı eser kıymetlidir ve İlahi mesajın insanlarla buluşmasında önemli rol oynamaktadır.
Bilindiği gibi her müfessirin kendine mahsus bazı özellikleri
vardır. Mesela bazı müfessirler Kur’an’ı açıklarken onun dilsel boyutuna;
bazıları fıkhî boyutuna; bazıları kelamî boyutuna, bazıları da tasavvufî
boyutuna ağırlık vermişlerdir. Buna göre, dilsel bir açıklamayı işari tefsirde,
tasavvufa yönelik bir açıklamayı da fıkhi tefsirde aramak yanlış olmamakla
beraber pek isabetli değildir. Dolayısıyla her müfessirin tefsiri, yazarının
ilgi ve birikimine göre şekillenmektedir. Bu noktadan hareketle biz de tefsir
alanında çok önemli izler bırakan ve Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik ciddi
katkılar sağlayan bazı müfessirleri, öne çıkan birtakım hususiyetlerine binaen
muhatapları ile buluşturmak istedik. Bu itibarla araştırma kitabımızın ilkinde
Mukâtil b. Süleyman, Taberî, Zemahşerî ve Râzî’yi çalıştık.
Mukatil b. Süleyman’ı tercih etmemizin sebebi;
Ölüm tarihi 150/767 olması hasebiyle Mücahid ve Dahhak vasıtasıyla İbni
Abbas’ın talebesi olması, bugün elimize ulaşan ve Kur’an-ı Kerim’i baştan sona kadar tefsir eden ilk müfessir olarak
bilinmesi, ayetleri tefsir ederken genellikle vahiy ortamını ve metin içi
bağlamı dikkate alması, rivayet ağırlıklı bir tefsir olması…
Taberî’yi tercih etmemizin sebebi;
Rivayet tefsirinin zirvesi olarak kabul edilmesi, tefsirinin; Hz.
Peygamberin, sahabenin, tabiinin ve kendisinden önceki tefsire dair bütün
görüşleri ihtiva eden ansiklopedik nitelikte olması, rivayet ağırlıklı bir tefsir
olması…
Zemahşerî’yi tercih
etmemizin sebebi;
Tefsir alanında dil ve belağat yönü itibariyle otorite kabul
edilmesi (Ümmü’t-Tefasir: tefsirlerin aslı/esası), kelamî konularda mutezili
yorumlara genişçe yer vermesi, yaşadığı dönemin aykırı sesi olarak bilinmesi
hasebiyle mutezili görüşlerinin ve benimsediği tefsir metodunun çeşitli
çevreler tarafından çokça tenkide tabi tutulmuş olması, dirayet ağırlıklı bir
tefsir olması…
Râzî’yi tercih
etmemizin sebebi;
Hem nakli hem de akli ilimler noktasında yetkin olması hasebiyle
tefsir alanında temayüz etmiş çok önemli bir müfessir olması, İslami ilimlerin
hemen her sahasında kaynak eserler yazmış olması, tefsirinde Kur’an’a yönelik
yapılan batıl görüşlere akli cevaplar vererek bu görüşleri çürütmeye çalışması,
ayetleri tefsir ederken; filozofların görüşlerine de sıkça yer vererek lugavî, felsefi
ve kelamî gibi meseleleri kendine has başlıklar altında derinlemesine incelemiş
olması, dirayet ağırlıklı bir tefsir olması…
Bu çalışmamızda yukarıda ismi
geçen dört müfessirle alakalı temayüz ettikleri altışar konu tespit ettik. Genelde
her bir konunun yazarı alanında uzman, yurt içi ve yurt dışı olmak üzere on
sekiz farklı üniversiteden yirmi üç farklı akademisyen yer almaktadır.
Rabbimiz nasip ederse bu kitabımızda
izlediğimiz yöntemi takip ederek diğer müfessirler üzerinde de çalışmamızı
sürdürmek istiyoruz. Hali hazırda çalışmamızın devamı niteliğinde olan ikinci
ve üçüncü kitapta yer alması gereken müfessirleri ve konuları belirlemiş durumdayız.
Çalışmamızda emeği geçen bütün hocalarımıza ve meslektaşlarımıza ayrı ayrı
teşekkür ediyoruz.
Gayret bizden Tevfik Allah’tandır.
İnsanlığı dalalet bataklığından ve ahlaki yoksunluktan kurtaracak
prensipleri ihtiva eden Kur’an’ın, muhatapları tarafından iyice anlaşılması gerekmektedir.
İnsanları Allah’ın mesajı ile buluşturmanın yegâne yolu, mutlak surette
Kur’an’ın tefsir edilmesinden geçmektedir. Esasen Kur’an-ı Kerim, tefsir
edilmesini ve ayetler üzerinde sıkı bir düşünsel faaliyette bulunulmasını bizatihi
kendisi istemektedir:
(O peygamberleri) apaçık
belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman
ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik. (Nahl
16/44)
Öyleyse, onlar bu Kur’an üzerinde hiç düşünmezler mi? Yoksa
kalpleri üzerinde kilitler mi var? (Muhammed 47/24)
…O halde bu insanlara ne oluyor da kendilerine bildirilen hakikati
kavramaya yanaşmıyorlar?(Nisa 4/78)
Onlar bu sözü (Kur’an’ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine,
daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? (Müminun 23/68)
(Bu Kur’an), ayetlerini iyiden iyi düşünsünler, temiz akıl sahipleri ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitaptır.(Sad 38/29)
KAYNAKÇA
Abbas, F. H. (1973). İ’câzu’l-Kur’ân ve Belâğatu’n-Nebeviyye. Beyrut.
Abdurrahimoğlu, Y. (2013). Muhammed İbn Cerir et-Taberî’de Nesh Konusu. International Journal of Science Culture and Sport.
Abdülbâkî, M. Fuâd. (Tsz.). el-Mu’cemü’l-Müfehras li elfâzi’l-Kur’ani’l-Kerîm. Beyrut: Dâru İhyâit-Türâsi’l- Arabî.
Akdemir, S. (1991). Tarih Boyunca ve Kur’an-ı Kerim’de Kadın. İslâmî Araştırmalar Dergisi.
Akdemir, H. (2002). Taberî’ye Göre Ru’yetullah Meselesi. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.
Aksoy, Ö. (2015). Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü. İstanbul: İnkilâp Kitabevi.
Albayrak, H. (1998). Tefsir Usûlü, Yöntem-Ana Konular-İlkeler-Teklifler. İstanbul: Şûle Yayınları.
İsfahânî, R. (1961). El-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân. Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi.
İsfahânî, R. (2005). El-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân. Kahire: Mektebetüs-Sekâfetü’t-Dîniyye.
Jeffery, Arthur. (1937). Materials For The History Of The Text Of The Qur’an The Old Cookes. Leiden: Brill.
Kâdî, A. (1986). Şerhu’l-Usûli’l-Hamse. Kahire: Mektebetü Vehbe.
Kaya, M. (2015). El-Keşşâf’ta Gizli İ‘tizāl: ez-Zemahşerī’nin Tefsir Mukaddimesi Üzerinden Halku’l-Kur’ān Tartışmaları. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi.
Kazvînî, H. (1997). el-Îdâh fî ‘Ulûmi’l-Belâğa. Beyrut: Dâru İhyâi’l-‘Ulûm.
Mukâtil b. Süleyman. (2002). Et-Tefsîrü’l-Kebîr. Beyrut: Müessesetü’t-Tarihi’l-Arabî Yayınları.
Mukâtil b. Süleyman. (2003). Et-Tefsîrü’l-Kebîr. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Narol, S. (2015). Fahreddin Râzî ve Kadı Abdülcebbar’ın Şefaat Konusundaki Ayetlere Yaklaşımı ve Değerlendirmesi. Kahraman Maraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.
Narol, S. (2016). Mezhebi Aidiyetin Tefsirdeki İzdüşümleri (Eş‘ariyye ve Mu’tezile Örneği). Ankara: Fecr Yayınları.
Okcu, A. (2003). Taberî Tefsîrinde Abdest Ayetinin Yorumu ve Taberî’nin Konuyla İlgili Görüşleri Üzerine Bazı Mülâhazalar. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.
Okumuş, M. (2002). Taberi Tefsiri’nde Bağlamın Yeri ve Önemi. Ekev Akademi Dergisi.
Özek, A. (2002). El-Keşşâf. İstanbul: TDV Yayınları.
Öztürk, M. (2003). Tefsir Tarihinde Özgünlüğün Adı: Ebu Muslim el-İsfahani. İslamiyat Dergisi.
Öztürk, M. (2008). Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri: Bir Mahiyet Soruşturması. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi.
Öztürk, M., Mertoğlu S. (2013). Zemahşerî. İstanbul: TDV Yayınları.
Penrice, J. (2010). Dictionary and Glossry of the Holy Qur’an. İstanbul: İşaret Yayınları.
Polat, F. A. (2007). İslam Tefsir Geleneğinde Akılcı Söyleme Yöneltilen Eleştiriler. İstanbul: İz Yayınları.
Râzî, F. (1981). Mefâtîhu’l Gayb. Beyrut: Daru’l Fikr.
Râzî, F. (1985). Nihâyetu’l-Îcâz fî Dâri’l-İ’câz. Beyrût: Dâru’l-Melâyîn.
Râzî, F. (1989). Eş-Şefâati’l-Uzmâ fî yevmi’l-Kıyâme. Kahire: el-Mektebetü’l-Ezheriyye.
Râzî, F. (1990). Mefatihu’l-Gayb.Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Râzî, F. (2000). Mefâtîhu’l- Gayb. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.
Sabûnî, M. A. (1985). En-Nübüvve ve’l-Enbiyâ. Beyrut: Âlemü’l-Kütüb.