KEZBÂN

208820.jpg
Kökeni    : Farsça
Cinsiyeti: Kız
Anlamı   : Bir yeri yöneten kadın kahya. Ev kadını, evine ve kocasına bağlı kadın.

MAKAM

MAKAM,

GEÇİCİ DOSTLAR KALICI DÜŞMANLAR SAĞLAR…

Savaşı zenginler çıkarır fakirler ölur

C__Data_Users_DefApps_AppData_INTERNETEXPLORER_Temp_Saved Images_10405372_859250314151513_7790192781805390317_n.jpg

yorumsuz

c__data_users_defapps_appdata_internetexplorer_temp_saved-images_15203261_1294068240613825_7039799042823052959_n

Dil Bilmenin Önemi Üzerine




İzlediğimiz videodan da anlaşılacağı üzere cana kıyma ve katliamdan bahsedilmektedir.

Halbuki on emirden altıncısı “öldürmeyeceksin“dir.




maxresdefault.jpg




49b8e0e6a344ec00bc57f48b7a01fcc7_1298295004



{7E8A2685-F707-4617-B833-3157C430A26E}.jpg

Tartışma İsrail Parlamentosunun 2 üyesi arasında geçiyor. Erkek millet vekili (Raleb Majedli) – İsrailli Araptır.

Kadın Millet vekili ( Anastasiya Mihaeli) Beytenu İsrael partisinin üyesidir.

Bu tartışma 9 Ocak 2012 senesinde olmuştur. Konuşmanın ilk 2 cümlesinde videoyu kasten kestikleri için okullarla ile ilgili olan 2 cümlesi anlam olarak yanlış olmasın diye çeviri yapmadım. ( Genel anlamını yazıyorum):

Mahkeme dinlemesi zaman bir okul bile bulamadım. Yahudi kasabalarında bir okul bile duymadım mahkeme dinlemesi zamanı) Videoların hepsinde bu cümleler kesilmiştir. Sonraki konuşmalarını birer birer çevirdim…video-çevirisi

haberin aslı şu şekildedir:


file_0_original.jpg




לֹא תִרְצָח




103201140736.jpg




ON EMİR

  1. Karşımda başka ilahların olmayacak.
  2. Kendin için oyma put, yukarıda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.
  3. Yehova’nın, Rab’ın ismini boş yere ağıza almayacaksın.
  4. Sebt gününü takdis etmek için onu hatırında tutacaksın. Altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın, fakat yedinci gün efendin Rab’e Sebttir. Sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların ve kapılarında olan garibin hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı.
  5. Babana ve anana hürmet edeceksin.
  6. Öldürmeyeceksin.
  7. Zina etmeyeceksin.
  8. Çalmayacaksın.
  9. Komşuna karşı yalan şahitlik yapmayacaksın.
  10. Komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına, yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine, yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.



HZ. MUHAMMED.jpg

Hz. Muhammed ve Zeyd b. Sabit

14

Değerli kardeşimiz;

Peygamberimiz (asm) Medine’ye teşrif buyurduktan sonra, başta civardaki Yahudilerden olmak üzere çeşitli milletlerden heyetler ve mektuplar geliyordu.

Bu heyetlerin konuştuğunu anlamak, gelen mektuplara aynı dilden cevap vermek üzere vahiy kâtibi Zeyd bin Sâbit‘e (r.a.) İbranice ve Süryaniceyi öğrenmesini tavsiye etmişti. Bu hususta Tirmizî, Ebû Dâvud ve Müsned gibi hadis kitaplarında ve siyer kaynaklarında hadisler bulunmaktadır.

Aktarılan hadislerde İbraniceyi 15 günde, Süryaniceyi ise 17 günde öğrendiği bildirilmektedir.

Bu dilleri öğrenmesi için bizzat Hz. Muhammed teşvik etmiştir.

İbranice öğrenmesi:

“Resulullah Medine’ye teşrif ettiklerinde çocuktum. Beni alıp huzuruna götürdüler. Resulullah beni çok beğendi. Şöyle dediler:

‘Yâ Resulallah, bu çocuk Benî Neccar’dandır. Ondan fazla sûre ezberlemiştir.’

Bu da Resulullahm hoşuna gitti. Bir seferinde bana şöyle buyurdu:

“Ey Zeyd, Yahudilerin yazısını öğren. Çünkü, vallahi ben, Yahudilerin bana yazdıklarına güvenemiyorum.”

“Ben de on beş gece içinde İbraniceyi yazıp okumasını öğrendim. Artık bundan sonra Yahudilerin Resulullaha gönderdikleri mektupları okuyor, cevapları İbranice yazıyordum.”(Müsned, V/136)

Örneğin Süryanice dilini öğrenmesini Zeyd b. Sabit şu şekilde anlatır:

Bir gün Peygamberimize (asm) Süryanice bir mektup gelmişti. Resulullah (a.s.m.) Zeyd bin Sâbit’e,

“Bana Süryanice yazılar geliyor. Sen Süryani lisanını güzelce yazabilir misin?” buyurdu. Zeyd,

“Hayır, bilmiyorum.” deyince, Peygamberimiz (asm),

“Öyleyse, bu dili öğrenmeye çalış.” emrini verdi.

Hz. Zeyd Süryaniceyi on yedi gün içinde öğrendi. Bu kadar kısa sürede öğrenmesi Peygamberimizin bir mucizesidir. Bundan sonra artık Peygamberimize gelen Süryanice yazıları Zeyd okudu ve yazdı.

(Tirmizî, İstizan: 22; Ebû Dâvud, İlim: 2)




Bu yazıda hedeflenen amaçlar:

  • Bu yazımda sizinle sadece Dil Bilmenin Öneminden bahsetmek istedim.
  • Birisi eleştirmek veya övmek gibi amaçlar gütmedim.
  • Birisinin/bir şeyin reklamını yapmak veya aleyhinde bir şeyler söylemek gibi hedef belirlemedim.
  • Örnek olarak İbrani dili alınmıştır.


Ayrıca bkz:

Fîrûzâbâdî’nin el-Kâmûsü’l-Muhît eseri hakkında bilgi

        Fîrûzâbâdî’nin el-Kâmûsü’l-Muhît eseri hakkında bilgi: Fîrûzâbâdî’nin (ö. 817/1415) Arapça’dan Arapça’ya sözlüğü. Tam adı el-Kâmûsü’l-muhît ve’l-kabesü’l-vasîtu el-câmi’ limâ zehebe min luġati’l-’Arab şemâtît’tir. Fîrûzâbâdî, altmış cilt tutacağını tahmin ettiği el-Lâmi’u’l-mu’lemü’l-’ucâbu el-câmi’ beyne’l-Muhkem ve’l-’Ubâb adıyla bir sözlük yazmaya başlamış ve yaklaşık beş cildini kaleme almıştı. Daha sonra bunun pek kullanışlı olmayacağını dikkate alarak düşüncesinden vazgeçmiş ve iki ciltlik muhtasar bir sözlük hazırlamıştır.

      Kâmûs (okyanus) kelimesi eserin şöhret bulmasından sonra “sözlük” anlamında da kullanılır olmuştur. Fîrûzâbâdî eserine bu adı vermekle Arap dilinin bütün kelimelerini kapsadığını iddia etmişse de Cevherî’nin es-Sıhâh’ında yer alan 40.000 kelimeye 20.000 daha ekleyerek kelime sayısını 60.000’e çıkarmakla birlikte daha önce yazılan 80.000 kelimelik Lisânü’l-’Arab’ın gerisinde kalmıştır. Fîrûzâbâdî eserin önsözünde Cevherî’nin Arapça kelimelerin en azından yarısını ihmal ettiğini, bunları kendisinin tamamladığını söyler. Halbuki Cevherî mukaddimesinde, Buhârî’nin hadis ilminde yaptığı gibi sadece kendisine göre sahih olan, yani yaygın biçimde kullanılan kelimelere yer verdiğini açıkça ifade etmiştir.

NAMAZ KILMAK VE GAFLETE DAİR

“Kim iki rekat namazı dünyayı düşünmeden kılarsa hırkamı ona vereceğim”

diyen Peygamber Efendimize, yine Hz. Ali, iki rekat namazı dünyayı düşünmeden , Allah’ı zikrederek kılar. Peygamber Efendimize kıldığını söylediğinde,

“Hangisini vereyim Ya Ali, sarıyı mı, siyahı mı?

Sol tarafa selam verirken acaba sarı hırkasını mı, siyahı mı verecek diye bir lahza düşünmüş, mübarek.

sayfa29-1.jpg

namaz.jpg

 

Not: resim temsilidir.

münafık

وَلَا يَأْتُونَ الصَّلَاةَ إِلَّا وَهُمْ كُسَالَىٰ وَلَا يُنفِقُونَ إِلَّا وَهُمْ كَارِهُونَ

mellifica_138262460375.jpg

sadece kafanızı sağa-sola sallayın

Bazen görebilmek için bu da gerekiyormuş demek…

B4M-xR4xwkc.jpg

mübteda ve haber

Cümle iki çeşittir: İsim cümlesi ve fiil cümlesi. Türkçede cümle çeşidini belirlemek için yüklemine bakarız. Yüklem isim ise isim cümlesi; yüklem fiil ise fiil cümlesi olur. Mesela: “Ahmet sınıfa girdi.” cümlesinde yüklem “girdi” kelimesidir ve bu bir fiildir. Bu sebeple, “Ahmet sınıfa girdi.” cümlesi bir fiil cümlesidir. “Bugün hava güzel.” cümlesinde ise yüklem olan “güzel” kelimesi isimdir. Bu sebeple, “Bugün hava güzel.” cümlesi bir isim cümlesi olmuş olur.

Arapçada ise cümlenin isim cümlesi mi yoksa fiil cümlesi mi olduğunu anlamak için cümlenin ilk kelimesine bakılır. İlk kelimesi fiil ise fiil cümlesi olur. Eğer ilk kelimesi isim cinsinden bir kelime olursa isim cümlesi olur. Başka bir deyişle, isimle başlayan cümlelere isim cümlesi, fiil ile başlayan cümlelere de fiil cümlesi denir:

Mesela:   دَخَلَ أَحْمَدُ الصَّفَّ “Ahmed sınıfa girdi.” cümlesinde ilk kelime olan دَخَلَ   fiildir. Bu sebeple bu cümle fiil cümlesi olarak kabul edilir.  “Ali çalışkandır” manasındaki عَلِىٌّ مُجْتَهِدٌ   cümlesinde ise ilk kelime عَلِىٌّ   dur ve bu bir isimdir. Dolayısıyla bu cümle de bir isim cümlesi olur.

İsim cümlesinin 2 temel ögesi vardır: Mübteda ve haber. Mübteda, cümlenin öznesidir. Genellikle isim cümlesinin başında bulunur ve ref durumunda gelir. Haber ise cümlenin yüklemidir ve mübtedadan sonra gelir. Haber, mübteda hakkında bilgi veren ögedir.

Haberin özelliklerini maddeler halinde görelim:

1- Haber tek bir kelime olarak, harf-i cerin mecruru bulunan bir isim olarak ve zarf olarak gelebileceği gibi cümle olarak da gelebilir.

2- Haber, mübteda gibi ref durumunda gelir. Ancak harf-i cerli isim, zarf ve cümle olarak geldiğinde ref alameti açıkça görülmez. Ref alametini açıkça göremediğimiz için, “yer itibariyle merfu” anlamında “mahallen merfu” ifadesini kullanırız.

3- Mübteda gayr-i âkıl cem’i olduğunda, yani akıl sahibi olmayan varlıkların cemisi olduğunda haber müfred-müennes olarak gelir.

4- Haberin cümledeki yeri de şöyledir: Haber tek bir kelime olduğunda şu kaideler geçerlidir:

A- Mübteda önce, haber sonra gelir.

B- Mübteda marife, haber nekra olur.

C- Haber mübtedaya cinsiyet, sayı ve irab açısından uyar.

5- Haber, harf-i cerin mecruru olan bir isim veya zarf olduğunda haber mübtedadan önce gelebilir. Bu durumda mübteda nekra olur. Cümle Türkçeye, “Bir yerde bir kimse veya bir şey var.” şeklinde tercüme edilir.

6- Haber bir fiil cümlesi olabilir. Bu durumda mübteda mutlaka başta gelir ve marife olur. Haber konumunda olan fiil ise cinsiyet ve sayı bakımından mübtedaya uyar.

7- Haber isim cümlesi olarak da gelebilir.

(arapcaokulu.com)

Muhammed ESED-The Message Of The Qur’an

Sevgili Arkadaşlar, Hayırlı cumalar!

Geçenlerde benden Muhammed ESED’in Türkçe mealini bir arkadaş almıştı. Eğer işi bitmiş ise o meali alabilir miyim? Kimin aldığını hatırlamıyorum.

Teşekkürler…

muhammed-esed-kuran-meali.jpg

Önemli!!! (İkamet/Oturma İzni)

(!) Genel Müdürlüğümüz yabancılara ilişkin iş ve işlemlerde üçüncü gerçek kişi ve/veya tüzel kişiler ile çalışmamaktadır. Ancak son zamanlarda İl Göç İdaresi müdürlüklerimize yapılan ikamet izni başvurularında sahte belgelere rastlanma oranı artmış olup, söz konusu başvuruların çoğunlukla belli bir ücret karşılığında iş yapan şahıs veya firmalar tarafından yapıldığı tespit edilmiştir. Lütfen ikamet izni başvurunuzu bizzat yapınız ve üçüncü gerçek veya tüzel kişilere itibar etmeyiniz.

(!) Ayrıca ikamet izni başvuruları esnasında yalan beyanda bulunduğu anlaşılan ilgili yabancılar haklarında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 206 ncı maddesi uyarınca işlem yapılarak, ikamet izni başvuruları reddedilecek, ikamet izni verilmişse iptal edilecek ve sınır dışı işlemleri başlatılacaktır. İlgililere önemle duyurulur. (https://e-ikamet.goc.gov.tr/

يَأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَقُولُوا رَاعِنَا

قوله : { يَا أَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا لاَ تَقُولُوا رَاعِنَا } . قال الحسن : راعناً : الهجر 1 من القول ، نهاهم الله أن يقولوا كما قالت اليهود ، وهو قوله :
{ مِّنَ الَّذِينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَيّاً بِأَلْسِنَتِهِمْ }[ النساء : 46 ] . وقال بعضهم عن الحسن : وهو التحريف للوحي الذي يأتيهم من الله .
قال : { وَقُولُوا انظُرْنَا } أي انتظرنا نتفهّم . { وَاسْمَعُوا } ما يأمركم به رسول الله صلى الله عليه وسلم . قال : { وَلِلْكَافِرينَ } الذين لا يقولون انظرنا ولا يسمعون قول رسول الله صلى الله عليه وسلم { عَذَابٌ أَلِيمٌ } أي موجع .
وقال الكلبي : راعنا كلمة كانت العرب يتكلَّمون بها . يقول الرجل لصاحبه : ارعني سمعك . فلما سمعتهم اليهود يقولونها للنبي أعجبهم ذلك . وكان راعنا في كلام اليهود هو الشيءَ القبيحَ يَسُبُّ به بعضهم بعضاً . قالوا : كنّا نسبّ محمداً سرّاً ؛ فالآن فأَعلِنوا له السَّبّ . فكانوا يأتونه ويقولونه : يا محمد راعنا ويضحكون . فعرفها رجل من الأنصار كان يعرف لغتهم ، فقال : يا أعداء الله ، عليكم لعنة الله ، والذي نفسي بيده لو سمعت رجلاً منكم بعد مجلسي هذا يعيدها لأضربَنَّ عنقه . فقالوا : أولستم تقولونها ؟ فقال الله : { يَا أَيُّهَا الذِينَ ءَامَنُوا لاَ تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انظُرْنَا وَاسْمَعُوا } . فقال المسلمون : الآن فمن سمعتموه من اليهود يقول لنبيّكم : راعنا فأوجعوه ضرباً . فانتهت عنها اليهود .

el-KAMÛSÜ’l-MUHÎT (القاموس المحيط)

el-KĀMÛSÜ’l-MUHÎT

(القاموس المحيط)

Fîrûzâbâdî’nin (ö. 817/1415) Arapça’dan Arapça’ya sözlüğü.

Tam adı el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ ve’l-ķabesü’l-vasîŧu el-câmiǾ limâ źehebe min luġati’l-ǾArab şemâŧîŧ’tir. Fîrûzâbâdî, altmış cilt tutacağını tahmin ettiği el-LâmiǾu’l-muǾlemü’l-Ǿucâbu el-câmiǾ beyne’l-Muĥkem ve’l-ǾUbâb adıyla bir sözlük yazmaya başlamış ve yaklaşık beş cildini kaleme almıştı. Daha sonra bunun pek kullanışlı olmayacağını dikkate alarak düşüncesinden vazgeçmiş ve iki ciltlik muhtasar bir sözlük hazırlamıştır. Kāmûs (okyanus) kelimesi eserin şöhret bulmasından sonra “sözlük” anlamında da kullanılır olmuştur. Fîrûzâbâdî eserine bu adı vermekle Arap dilinin bütün kelimelerini kapsadığını iddia etmişse de Cevherî’nin eś-Śıĥâĥ’ında yer alan 40.000 kelimeye 20.000 daha ekleyerek kelime sayısını 60.000’e çıkarmakla birlikte daha önce yazılan 80.000 kelimelik Lisânü’l-ǾArab’ın gerisinde kalmıştır. Fîrûzâbâdî eserin önsözünde Cevherî’nin Arapça kelimelerin en azından yarısını ihmal ettiğini, bunları kendisinin tamamladığını söyler. Halbuki Cevherî mukaddimesinde, Buhârî’nin hadis ilminde yaptığı gibi sadece kendisine göre sahih olan, yani yaygın biçimde kullanılan kelimelere yer verdiğini açıkça ifade etmiştir.

813 (1410) yılında tamamlanan el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ’te kelimeler Cevherî ekolüne göre dizilmiştir. Şairlere kafiye, nâsirlere seci bulma kolaylığı sağlayan bu sistemde son harfi aynı olan kelimeler bir araya toplanır. Kelime köklerinin esas alındığı dizimde kökün son harfi “bab”, ilk harfi ise “fasıl” adıyla ve alfabetik sıraya göre dizilir. Ortada kalan harfler de alfabetik sırayı takip eder. Türemiş kelimeler ilgili köklerin altında açıklanır. Fîrûzâbâdî Arap sözlükçülüğünde ilk defa bazı kısaltmalar kullanmıştır: “ج” çoğul, “ع” yer adı, “د” şehir adı, “ة” köy adı, “م” mâruf gibi. el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, çok beğenilip kullanılmış olmakla birlikte mukaddimede açıklanan ilkelere tam uyulmaması, iç düzeninde belli bir sistemin bulunmaması, bazan tanımların anlaşılamayacak derecede kısa ve muğlak olması, birçok durumda kelimenin eş anlamlısının veya karşıtının zikredilmesiyle yetinilmesi, sözlükle doğrudan ilgili olmayan tıbbî bilgilere ve özel isim açıklamalarına yer verilmesi, eś-Śıĥâĥ üzerine yapılan ilâvelerde garîb, müvelled ve zayıf kelimelerin sıhhat derecelerine işaret edilmemesi ve eś-Śıĥâĥ’a yönelttiği eleştirilerde Fîrûzâbâdî’nin de hataya düşmesi gibi sebeplerden dolayı eleştirilmiştir.

Kalküta (I-IV, 1230-1232), Bombay (1272/1884), Tahran (kenarında Farsça tercümesiyle birlikte 1277), Bulak (1289), Leknev (1885) ve İstanbul’da (I-IV, 1304) defalarca basılan el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ üzerine şerh, hâşiye, ihtisar, ikmal (müstedrek), tenkit ve tercüme türü birçok çalışma yapılmıştır (bu çalışmalar için bk. Hüseyin Nassâr, II, 599-638; Ahmed Şerkāvî İkbâl, s. 222-225, 234-241; Ahmed Abdülgafûr Attâr, s. 207-215, 220-232).

Eserin şerh ve hâşiyeleri arasında en önemlisi Murtazâ ez-Zebîdî’nin Tâcü’l-Ǿarûs (min cevâhiri’l-Ķāmûs) adlı eseridir. Zebîdî bu çalışmasını 100’den fazla eserden yararlanarak hazırlamıştır. Bu bakımdan Tâcü’l-Ǿarûs hem şerh, ikmal, tashih ve tenkit özelliği taşımakta hem de eś-Śıĥâĥ’ı savunmaktadır. On dört yılda tamamlanan ve 120.000 kelime ihtiva eden eser, 1306-1308 (1888-1890) yıllarında Kahire’de on cilt halinde harekesiz olarak basılmıştır. Eserin ilmî neşri, Abdüssettâr Ahmed Ferrâc başkanlığında bir heyet tarafından yapılmakta olup baskısı devam etmektedir (I-XXVI, Küveyt 1385/1965).

el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ’in birçok muhtasarı vardır. Tâhir Ahmed ez-Zâvî, önce eseri köklerin birinci harflerine göre alfabetik olarak dizmek suretiyle Tertîbü’l-Ķāmûsi’l-muĥîŧ Ǿalâ ŧarîķati’l-Miśbâĥi’l-münîr ve Esâsi’l-belâġa adıyla yayımlamış (I-IV, Kahire 1378/1959), daha sonra bunu Muħtârü’l-Ķāmûs ismiyle bir cilt halinde ihtisar etmiştir (Kahire 1964).

Sözlük Türkçe’ye iki defa tercüme edilmiştir. Bunlardan ilki olan Merkezzâde Ahmed Efendi’nin Bâbûs fî tercemeti’l-Kāmûs’u (el-Bâbûsü’l-vasît fî tercemeti’l-Kāmûsi’l-muhît) henüz basılmamıştır. Mütercim Ahmed Âsım Efendi’nin Kāmus Tercümesi diye de bilinen el-Okyânûsü’l-basît fî tercemeti’l-Kāmûsi’l-muhît adını taşıyan eseri hem tercüme, ikmal, tashih ve tenkit, hem de eś-Śıĥâĥ’ı müdafaa özellikleri taşımaktadır. Bu eserin başlıca özellikleri şunlardır: el-Ķāmûs’ta yetersiz olan hareke zaptı tamamlanmıştır. Açıklama ve delillendirme amacıyla âyet, hadis, şiir vb.den şevâhid ve misaller eklendiği gibi el-Muĥkem, el-ǾUbâb ve et-Tâc gibi kaynaklardan yeni kelime ve anlamlar eklenmiştir. Kelimelere Türkçe karşılık bulmakta büyük titizlik gösteren Âsım Efendi, bu hususta sadece yazı diliyle yetinmeyip halk ağzından da yararlanmıştır. Bu yönleriyle müstakil bir telif sayılabilecek olan Kāmûs Tercümesi, ilk defa II. Mahmud’un iradesiyle mütercimin büyük oğlu Hamid’in nezâretinde basılmıştır (I-III, İstanbul 1230-1233). Eserin daha sonra yine İstanbul’da (I-III, 1268-1272; I-IV, 1304-1305) ve Mısır’da (I-III, 1250) basımları gerçekleştirilmiştir. Ahmed Lutfi Efendi, Kāmûs Tercümesi’ndeki kelimeleri alfabe sırasına göre düzenleyerek 53.000 kelimelik Lugat-ı Kāmûs’u hazırlamıştır. Aslı Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan eserin elif ve bâ harflerini ihtiva eden ilk iki cüzü basılmıştır (1282, 1286). el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ Farsça’ya da birkaç defa çevrilmiştir. Yahyâ b. Muhammed Şefî-i Kazvînî’nin Tercümânü’l-luġa’sı bunlar arasında yer alır (el-Ķāmûs kenarında, Tahran 1277, ayrıca Tahran 1303-1308).

Şerh, hâşiye ve tercümelerinde yer yer eleştirilen el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ hakkında müstakil tenkit eserleri de yazılmıştır. Muhammed Sa‘dullah b. Nizâmeddin el-Hindî el-Murâdâbâdî, el-Ķavlü’l-meǿnûs fî śıfâti’l-Ķāmûs adlı eserinde (Râmpûr 1287/1870) el-Ķāmûs’u otuz beş yönden eleştirmiştir. Ahmed Fâris eş-Şidyâk da el-Câsûs Ǿale’l-Ķāmûs’unda (İstanbul 1299) sözlüğü yirmi dört noktada tenkit etmiştir. Ahmed Teymur Paşa Taśĥîĥu aġlâŧi’l-Ķāmûsi’l-muĥîŧ (Kahire 1343) ve Kara Dâvud İzmitî ed-Dürrü’l-laķīŧ fî aġlâŧi’l-Ķāmûsi’l-muĥîŧ (nşr. Mustafa Kılıçlı, Erzurum 1990) adıyla birer eser kaleme almışlardır. (TDV)

“Kolay” demedik…

Doçentlik kitabımı yazarken hissettiğim duygular)

15056482_1156661151048279_8895384668081786023_n.jpg

EN BÜYÜK KERAMET, İSTİKAMET ÜZERE OLMAKTIR …

أعظم الكرامة لزوم الاستقامة

keramet.png441.jpg

Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz

“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.”

* Buhârî,  Müslim,  Ebû Dâvûd, İmâret 1, 13; Tirmizî

Atatürk şiiri (Sümeyye ETHEM)