dinin özünden ve haccın amacından sapmalar kınanmaktadır. Çünkü Mekke müşrikleri, Hanîf dininin tevhid ilkesinden olduğu gibi haccın gözettiği kutsal amaçlardan da uzaklaşmışlar, onu bir çeşit toplu eğlenceye, festivale ve panayıra dönüştürmüşlerdi.
Firavun’un, “Ben sizin en yüce rabbinizim” şeklindeki iddiası, insandaki makam ve mevki tutkusunun, benlik iddiasının nerelere kadar varabileceğini gösteren ibretlik bir sözdür. Gazzâlî, insanın bu tutku ve iddiasının sebeplerini ve mahiyetini benzersiz bir vukuf ve başarıyla işlerken özetle şöyle der:
Firavun’a, “Ben sizin en büyük tanrınızım” dedirten motif aslında her insanın içinde saklıdır; fakat kimi bunu dışarı vurur, kimi de bazı sebeplerle içinde tutar veya bastırır. Firavun tipiyle uyuşan insanlardaki bu küstah iddia, her insanda bulunan yetkinlik, yükselme ve özgürleşme arzusu ve arayışının saptırılmış şeklidir. Oysa gerçek yetkinliğe, yükselme ve özgürleşmeye ancak ve ancak Allah’a yönelmek, O’nu tanımak (mârifet), buyruğuna ve rızâsına göre yaşamak, ilâhî ahlâk ile bezenmekle ulaşılabilir. Bunun dışındaki bütün benlik ve yetkinlik iddiaları tam tersine gerçekte bir sefalettir, düşüştür ( İhyâ, III, 281-284).
Bir peygamber zırhını giydikten sonra Allah onunla düşmanları arasında hüküm verinceye kadar çıkarmaz. Eğer sabreder ve görevinizi yaparsanız Allah zaferi size ihsan edecektir
Resûl-i Ekrem Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte Uhud dağına çıktığı bir sırada dağ sallanınca “Ey Uhud, sakin ol! Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehid var” demiştir
Biz söyleyince afaroz edilebiliyoruz, o zaman İzzet Derveze’ye kulak verelim…
Kur’an’da daha önce kaybettiklerimizin dışında kalan başka ayetler de vardır ki, bunlar zirai işlemlerle, sonuçlarıyla ve ürün çeşitleriyle ilgili nitelikleri ihtiva etmektedir. Bu ayetler her ne kadar teşbih, temsil ve haber verme sadedinde varid olmuşlarsa da ayetlerin bu nitelemelerine, ilave olarak şunların da çıkarılması mümkündür: Hicaz’ da zirai bölgelerde yaşayan ahali, ziraat alanında küçümsenmeyecek ölçüde mesafe katetmiş bulunuyordu. Onlar, Kur’an’da geçen isim ve nitelemeleri görmüş, alışmış ve bizzat yaşamış.
Bu Arapça isim ve vasıflamaların, peygamberin yakın çevresinin diliyle inen Kur’an’ da belirtilmiş olması, bunun en iyi delilidir. Çünkü Kur’an’da kullanılan bütün isimler, sıfatlar, kavramlar ve Arapçalaşan sözcükler Kur’an’ın inişinden önce bilinen ve alışılagelen şeylerdi…
Kur’an’ın yalnızca burada bahsettiği bu olay, Tevrat’ın Sayılar Kitabı’nın on üçüncü ve on dördüncü bablarında detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Bu ayetlerde anlatılanlar ana hatlarıyla bu Tevrat sifrinde anlatılanlara uygundur. Bu ayetler de özetle gelmiştir. Çünkü burada Kur’an’ın kıssalarda takip ettiği üsluba uyularak, İsrailoğullan’nın bildikleri bir olayı hatırlatmak, Allah ve Rasulünün emri karşısında onların o korkak, inatçı ve rahatsız edici tavırları bir ibret levhası olarak açığa çıkartıp ders almaları sağlamak tarzında gelmiştir
وسموهم جبارين ، لأنهم كانوا بشدّة بطشهم وعظيم خلقهم فيما ذُكر لنا قد قهروا سائر الأمم غيرهم . وأصل الجبار : المصلح أمر نفسه وأمر غيره ، ثم استعمل في كل من اجترّ نفعا إلى نفسه بحقّ أو باطل طلب الإصلاح لها حتى قيل للمتعدي إلى ما ليس له بغيا على الناس وقهرا لهم وعتوّا على ربه : جبار ، وإنما هو فعّال من قولهم : جبر فلان هذا الكسر إذا أصلحه ولأمه ، ومنه قول الراجز : قَدْ جَبَرَ الدّينَ الإلَهُ فَجَبَرْ ***وعَوّرَ الرّحْمَنُ مَنْ وَلّى العَوَرْ يريد : قد أصلح الدين الإله فصلح ومن أسماء الله تعالى ذكره الجبار ، لأنه المصلح أمر عباده القاهر لهم بقدرته . ومما ذكرته من عظم خلقهم ما (Taberi)
Bu hafta sonu Sünnet-i Seniyye’yi ihya etmek adına Allah rızası için hasta ziyaretinde bulunacağız inşallah. Ufak bir maddi destek sağlayacağız, erzak alacağız. Kırgızistan’dan gelip ülkemizde Ankara ilahiyatta doktora yapan bu hastayı 20 seneye yakın tanıyorum. Sizin de dua ve selamlarınızı iletmemizi ister misiniz?
Ülkemizde yaygın olduğu üzere SALÂTÜSELÂM sadece Hz. Muhammed (sav) için getirilir. Çok iyi hatırlıyorum, diğer peygamberler için de SALÂTÜSELÂM getirdiğimde öğrenciler şaşırıyorlardı. Aslında onlar da haklı! Zaten DİA’da SALÂTÜSELÂM “Hz. Peygamber’in mânevî şahsiyetini selâmlama anlamında bir tabir” şeklinde tarif edilmiyor mu!? Bugün, müfessir, tarihçi, muhaddis ve fakih Muhammed b. Cerîr TABERÎ’nin tefsirini okurken çok güzel bir ifadeyle karşılaştım:
…وتعزّ بما لاقى منهم أخوك موسى صلى الله عليه وسلم…
“Bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar” bu ve buna benzer şekilde tercüme edilen “bâe” kelimesi İbranicede de yer almaktadır, yani ortak anlamda ortak bir kelimedir. İbranicede ilgili kelime “gelmek, getirmek” gibi anlamlarda kullanılmaktadır.
Ne yazıkki sık sık böyle Müslümanlara rastlıyoruz. Çok iyi bir insan namazını kılar, Hacı’nı yapmıştır….
Fakat Aması vardır. Etrafındaki insanlara pek faydası dokunmaz. Esasında böyle bir Müslüman profili dinimize uygun olmasa gerekir.
Nitekim Hazreti Muhammed’in hayatına baktığımızda Hayatını sadece ibadetle geçirmemiştir. Hazreti Muhammet devamlı insanların hal hatırını sorar ihtiyaç sahiplerine sahip çıkardı, gereken bütün maddi Ma’nevi desteği sağlardı
Bir defasında Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e sebze dolu bir kap getirdiler. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sebzelerden bir koku geldiğini fark etti. Oradakilere bu kokunun nereden geldiğini sorunca kabın içinde bulunan sebzeleri saydılar. Bunun üzerine Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlardan bunu yanıbaşında bulunan bir sahâbîye vermelerini istedi. O sahâbînin bunu yemek istemediğini gören Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Çekinme, ye, ben yemiyorum çünkü ben senin konuşmadığın meleklerle konuşuyorum.”
Belki de siz de duymuşsunuzdur “Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin Ya Rabbi, hele de bu çağda…” gibi duaları. Benden sorarsanız “Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin” veya “Ya Rabbi, beni kimseye muhtaç eyleme” gibi dua yanlıştır. Bunun yerine, illaki eğer böyle bir dua yapılacaksa,
“Allah kimseyi namerde muhtaç etmesin”
şeklinde dua edilebilir. Nitekim Allah, insanı, birbirine muhtaç duyma şeklinde yaratmıştır. Yani insanoğlu dünyaya geldiği zaman yaratılış icabı başka insanlara muhtaçtır. İnsanın aslî görevlerinden birisi de diğer insanlara yardım etmek yani ihtiyacı gidermektir. Hz. Muhammed’in en çok yaptı işlerden/görevlerden birisi de bu değil mi?
Tabi bu arada unutmayalım ki her şeyin sahibi Allah’tır.
Dolayısıyla ihtiyaçları mutlaka manada gideren yine O’dur, insan sadece vesiledir.
Bugün, bir çoğunuzun da gördüğü gibi, Ankara doktora yıllarımda tanıştığım Tataristan asıllı kardeşim için bilet masraflarına vesile olmaya çalıştım. Bir yer önerdim kendisine, o da nazik bir şekilde oraya gidilmesinin uygun olmadığını dile getirdi. Muhtemelen beni teskin etmek için gerekçesini de açıkladı. Ben de “tamam, bakalım hele. Dönen olur inş., canını sıkma” dedim. O ise Allah’a olan teslimiyetini şu şekilde dile getirdi:
canım sıkılmıyor. kısmette varsa mutlaka bir yerden gelir. Allah bırakmaz diye ümit ediyorum.
Bu konuşma arasında Doktora yaptığım dönemde kendisine Arapça dersi verdiğim, Bir inşaat şirketindeki arkadaşım aklıma geldi. Sağolsun, çoğu kez hayır demeyen bu güzel kardeşime durumu izah ettim, bileti hemen alalım dedi. Allah razı olsun ondan.
Ya Rabbi, Bana da böyle bir teslimiyet nasip eyle!
Bugün yeni bir kelime öğrendim. Hamil kelimesi “budala, beyinsiz, kolayca kandırılabilen” gibi bir insan için kullanılan olumsuz vasıflardır. Ne yazık ki bu vasfı Mekkeli inkarcılar Hz. Muhammed (sav) için kullanmışlardır.(Nizâmüddîn Hasen b. Muhammed b. Hüseyn En-Nîsâbûrî, Garâibü’l-Kur’ân ve regâibü’l-furkân.)
Öyle bir zamana geldik ki Artık Allah’ın selamını dahi bir iş için veriyoruz. Eğer işimiz düşmezse selamı da vermiyoruz. Gerçekten çok şaşırılacak bir şey.
Ben size Allah rızası için selamünaleyküm varahmetullahi ve bereketuh diyorum.